Bir köy kahyası oğlu ile yolda giderken , padişah da içlerinde olduğu halde hassa askerleri ile karşılaştılar çocuk baktı ki çavuşlar, subaylar , askerler... Kılıçlar, baltalar, kalkanlar, atlas kaptanlar, altın kemerler...

Ellerinde say, savcı pehlivanlar, ok torbalarını takınmış nişancı köleler. Birinin sırtında en ağır ipekli kumaştan kaftan, öbürünün başında hüsrevani, gösterişli külahlar...

Çocuğun gözünde babası küçülü verdi. Çünki babası bu şevket ve debdebiyi görünce, korkudan rengi atıp bir köşeye sinmişti.

Oğlu babasına dediki:"Baba! sen köyün en büyüğü değilmisin? ,  Büyüklerin büyüğü değil misin ? Ne oldu sana böyle birden bire? Adeta canından ümidi kestin. Neden böyle söğüt gibi titrersin?".

Babası oğluna şu cevabı verdi: "Evet, ben köyün en büyüğüyüm, amirim , emirler veririm . Ama benim büyüklüğüm köyüme göredir."

Sultanın huzurunda bulunan büyükler büyük korku içindedirler. Ey gafil ! Sen ise bundan habersizsin. Çünkü hala köydesin ve kendini birşey sanarak bir paye veriyorsun kendine . Güzel söz söyleyenler bir söz söylemezler ki, sadi o söze dair bir temsil getirmesin. 

HİKAYE

Mutlaka görmüşsündür. Geceleri dağlarda, bağlarda ateş gibi parıldayan bir böcek vardır (Ateş Böceği)... Birisi ona demiş ki:

-Be hey hayvancağız! Neden gündüzleri meydana çıkmıyor, ortalarda görünmüyorsun?! 

Ateş böceği ona şu güzel cevabı vermiş :

-Ben gece gündüz kırlardayım, ortalardayım . Gizlenmiyor, saklanmıyorum ki . Yalnız şu var : güneşin önünde görünmez oluyorum .