İki kişi arasına düşmanlık girmişti. Daima kavga edip dururlardı. Birbirlerlerine karşı kaplan gibi mağrurdular. 

O derece birbirlerini görmek istezlerdi ki, saki yer ve gök kendilerine dar gelirdi. 

Bunlardan birinin ecel asker gönderdi ve adamcağız öldü.

Obürü bunu ölümüne sevindi. Bir gün yolu mezarlığa uğradı. Baktı ki, mezarı sıvanmış. Oysa bir zamanlar evi altın yaldızla sıvalıydı. Salına salına, çalımla mezarının başına geldi, Ağzı kulaklarına varırcasına gülümsüyordu.

İçinden diyordu ki..düşmanı ölüpde dostuyla sarmaş dolaş yaşayana ne mutlu..

Düşmanından sonra bir gün olsun yaşayanın ölümüne ağlamak gerekmez.

Sonra kin ve adavetle güç bela mezarın üzerinden bir kapak kaldırdı.

Baktı ki, bir zamanlar taçlı olan o baş, şimdi çukurda yatıyor. Dünyayı gören gözlerine topraklar dolmuş, vücudu kabir zindanında bedeni böceklere yem olmuş, karıncalar yağma ediyorlar.

Kemiklerinin içine toprak öyle dolmuş ki, tutya ile dolu fil dişi sürmedan sanırsın. Feleğin deviyle dolunaya benzeyen yüzü, hilale zamanın cebriyle servi boyu hilale dönmüş.

Adamın içinde ölüye karşı bir merhamet hasıl oldu. Toprağını gözünün yaşı ile çamur haline getirdi. Yaptığına ve çirkin huyuna pişman olarak, onun mezar taşına şu yazının yazılmasına emir verdi.

'' Kimsenin ölümüne sevinme. Zaman ondan sonra çok bırakmayacaktır. Bu olayı işiten ariflerden biri, hazin hazin şöyle dedi:

Ey kudretli Allahım şu ölüye düşmanı bile acıdı ve ağladı. Sen ona merhamet etmezsen şaşarım doğrusu''.

Bir gün bizim vücudumuzda böyle olacak ve düşmanlarımızın bile yüreği yanacak. Düşmanımın bile bana acıdığını gören dostumda herhalde bana merhamet eder.

Er geç başımız, öyle bir hale gelecekki, acaba bu baştada göz varmıydı denilecek.

Bir hikaye:

Bir gün bir toprak yığınına kazma vurdum. Kulağıma şu iniltili sözler geldi;Eğer mert bir adam isen, kazmayı yavaş vur. Çünkü sen kazmayı benim gözüme kulak tozuma yüzüme ve başıma vuruyorsun.