Asıl ismi Mehmed’dir. Maraş'ta doğdu. Maraş’ın Sünbül- zâdeler lakabıyla tanınan meşhur ailelerindendir. Babası şair Reşid Efendi, bazı kaynaklarda Râşid Efendi), dedesi ise, meşhur bir müftü ve alim olan Mehmed Efendi’dir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 1788-89  yılında yazdığı kasidede; "Yetmişe yetmiş bu sinn ü sâl ile bu hâl ile -Üstüne etfâl çıkma lâyık u ahrâ mıdır" beytiyle yaşının yetmişe eriştiğini söylediğine göre, 1133/1720-21 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Süreyya Beyzadeoğlu, Maraş’ta yaptığı araştırmada şairin evini ve Sünbül soyadlı torunlarının torunlarını tespit etmiştir (Beyzadeoğlu). Çocukluğunu ve ilk gençliğini Maraş’ta geçiren Vehbî; medrese tahsili gördükten sonra İstanbul’a gelerek dönemin önemli şahsiyetlerine kaside ve tarihler sundu. Meşhur şair Seyyid Vehbî’nin isteği üzerine Vehbî adı verilen Sünbülzâde, asıl adı olan Mehmed ismiyle değil Vehbî ismiyle tanındı ve divanında yer alan beş beytinde de aile lakabı olan “Sünbül-zâde”yi kullandı.  Rumeli kaleminde çalışırken kadılığa intisap eden Vehbî’nin, arkadaşı ve aynı zamanda da muarızı olan şair Sürûrî, daha çok Vehbî’yi hicvettiği Hezeliyyât adlı eserinde, onun Yaş ve Bükreş bölgelerinde 17 yıl kadılık yaptığını, ayrıca Eflak, Boğdan ve Siroz’da da bulunduğunu söyler (Surûrî:117). 1768’de hacegânlığa geçen Vehbî; 1775’te padişah I. Abdülhamid tarafından, Bağdad valisi Ömer Paşa’dan şikayetçi olan Kerim Han Zand’ın iddialarını incelemek ve anlaşmazlığı çözmek üzere İran’a elçi olarak gönderildi. Burada Kerim Han Zend ile dostluk kuran Vehbî, valiyi; vali de Vehbî’yi saraya şikayet edince vali haklı bulundu ve şairin idamına karar verildi.  Bunun üzerine Vehbî, gizlice posta tatarı kıyafetiyle Bağdat'tan İstanbul'a geldi. Yakın dostlarının yardımlarıyla padişaha kendisini affettirdi, uzun bir müddet işsiz kaldıktan sonra dönemin Sadrazamı Halil Hamid Paşa’nın yardımıyla tekrar kadılık görevine üç derece üst rütbe ile döndü.  Rodos kadılığına, Silistre kadı naibliğine, daha sonra da Avusturya seferi sırasında ordunun kadı vekilliğine atanan Vehbî, Rodos kadısı iken Kırım Hanı Şahin Giray’ın yargılanıp idam edilmesinde önemli bir rol oynadı. Tayyâre kasidesinde bu olaya temasla Şahin Giray’ın Osmanlı’ya ihanet ettiği için cezasını bulduğunu anlatır.  Sırasıyla Edirne, Sofya, ve Niş kayalıklarında bulunan Vehbî, 

1788'de Eski Zağra kadılığı görevine atandı. Burada görevliyken, Şâhin Giray’ın intikamını almak isteyen Tatarlar tarafından evi ve mahkemesi basılıp malı mülkü yağma edildi, ailesi ve adamlarıyla birlikte kırkbeş gün tutuklu kaldı. Bu olaylar sırasında arkadaşı ve kethüdası olan şair Sürurî ile de arası açıldı ve onun yazdığı bir hiciv sonrasında görevinden alındı. Sürûri ile arasındaki bu dargınlık ve karşılıklı yazılan hiciv şiirleri uzun süre devam etti. Dîvân'ını takdim ettiği Padişah III. Selim tarafından affedilen Vehbî, önce Manisa’ya daha sonra da Siroz’a kadı olarak atandı. Sümbülzade Vehbî'nin son görevleri ise Manastır ve Bolu kadılıklarıdır. Bolu’daki görevinden sonra İstanbul'a dönen şair, nikris hastalığına yakalanarak görme yeteneğini ve şuurunu kaybetti. 14 Rebiülevvel 1224 / 29 Nisan 1809 ’da vefat eden şairin ölümüne Sürûrî tarafından;  “Cennet olsun rûhuna Vehbî efendinin mekân”tarihi düşürüldü  Nail Tuman, Sürûrî’nin yazdığı vefat tarihinin “Gülşen-i cenneti me’vâ kıla Sünbül-zâde” olduğunu yazar.  Bütün kaynaklar şairin mezarının Edirnekapı dışında olduğu konusunda birleşirler. Ondan beş yıl sonra ölen Sürûri de Vehbî’nin yanına defnedilmiştir.