YINE yapraklar sararmış, yerlerde sürükleniyor. Şehirlerde belediye temizlik işçileri ellerinde çalı süpürge, yaprakları toplayıp çöp varillerine dolduruyor. Sarı renk nasıl da güzelleştiriyor onları. Halbuki üç ay önce o yapraklar yemyeşildi. Kimi kızıla dönüştü sonraları, çiçekler açtı kimilerinin aralarında, çiçekler meyveye kalbetti zamanla. Sonra dallar çırıl çıplak görüntü verdiler gözlere, görenlere. Çiğ düştü yapraklara, çimenlere, sular indi gökyüzünden ölçülü damlalar halinde. Ağaç yapraklarına, dallarına takılan damlalar biraz gecikerek toprağa düştüler, kavuştular. Bir sabah baktık ki kar yağmış dallara. Yeşil renk kaybolmuş, tüm ağaçlar, orman beyaz. Sonra bir ayaz sabahta buz sarkıtlar parmak parmak aşağıya inmekle tehdit ediyor altından geçenleri. Mevsimler gelip geçiyor. Avni Anıl’ın bestelediği İlham Behlül Pektaş’ın güftesinin sözleri bir şarkıdan ibaret değil.

Akşamın olduğu yerde bekle diyorsun,
gelmiyorsun.
Çünki seni çok sevdiğimi biliyorsun,
gelmiyorsun.
Mevsimler gelip geçiyor, sen gülüyorsun,
gelmiyorsun
Çünki seni çok sevdiğimi biliyorsun
gelmiyorsun.
Düyek usulde ve Hüzzam makamında.
Ne zaman bu şarkıyı dinlesem,
mevsimlerin gelip geçmesi bir daha bütün
ihtişamıyla canlanır gözlerimde.

Hayat dediğimiz şey anların, zaman dilimlerinin birbirine eklenerek geçip gitmesi değil midir?

Herkes kendi hayatına bir baksın kaç mevsim gelip geçti. O mevsimlerde hangi duygularla sarsıldı gönül. İnsan ruhuyla olgunlaşır, bedeniyle şişmanlar veya zayıflar. Ama ruh olgunlaşır, incelir, özellikli hale gelir ya da geri sayım yaşar. Duygular ruhun iletişim araçlarıdır, beden kafesinde bulunan her delik ruha haber taşıyan kanallardır. Göz de kulak da, ten de, burun da, tatlardan haber veren dil de ruhun haber alma araçlarıdır. Ruh bir bedende oturur geçici süre, kimse bilmez kaç mevsim gelip geçeceğini, bir de bakarsın ki mevsimlerin hepsi geçmiş, bedenden ayrılma vakti gelmiş. Ruh bedenden çıkar gider. İnsanlar bedeni mezara koyarlar, ya da yakarlar. Çünki içinde ruh olmayan beden hiçbir işe yaramaz. Şimdiye kadar hiçbir ruh toprağa gömülemedi.

Sabah yürüyüşüm sırasında sarı yapraklar ayaklarımın altında, altın rengini çağrıştırdı gönlüme. Sonra onların daha önceki yeşil halleri, bir kısmının kızıl rengini anımsadım. Yine sonbahar mevsimindeyiz. Ben nice sonbaharlar gördüm biliyor musunuz? Talihim yar olmadı çoğu zaman, ilkbaharları pek hatırlamıyorum. Kimi insanların hayatında kış ve sonbahar hakimdir, kimilerinde bahar ve yaz. Bu da Allah’ın lütfuyla, inam ve ikramıyla ilgilidir elbette. Bazı ruhların olgunlaşması için acı fırınında fazla yanması gerekiyor. Hayat denen imtihan dünyasında acı fırınında pişmesine rağmen olgunlaşmayan ruhlar cehennem fırınında bir güzel yanarak olgunlaşacaklar. Haddehanede kor haline gelecek ve birkaç çekiç darbesiyle murad edilen kıvama erişecek. Tabi her müdahaleye rağmen yine işe yarar hale gelmeyen ruhlar yokluk alemine iade edilecek.

Mistik alemden değil söylediklerim. Tasavvufla ilgili de değil. Metafizik konular sanmayın. Bu söylediklerim benim beynimin faal halinde ürettiği, mantık süzgecinden geçmiş, olabilir, olacak şeylerden söz ediyorum. Hatta başka türlü olması imkeansız diye sizinle paylaşıyorum.

Hiçbir ruh mezara konamadı, her ruh terk ettiğinde beden işe yaramaz oldu. Mevsimler hep gelip geçiyor.