BAZEN yürürken görürdüm onu. Bazen de bisikletiyle geçerdi yanımdan. 
Koyu siyah saçları, zeytin gibi gözleri, hep gülen ağzı ile... Konuşurduk kısa da olsa; hayat doluydu Bora.
Ne yazık! Artık göremeyeceğim asla. Hayalimdeki bir yüz olarak kalacak.
Gitti Bora çünkü! Talihsiz bir bisiklet kazası aramızdan aldı onu; daha 14 yaşında.
Haberi duyduğumda bir yumruk indi boğazıma. Bindim arabama, boş boş gezdim caddelerde, sokaklarda. "Belki gerçek değildir, bakarsın çıkar karşıma" diye umut ettim ama... Ne yazık; doğruydu duyduğum. Gözyaşlarımı tutamadım.
Bora Deniz Düz, sadece ailesinin değil, Miami'de yaşayan hepimizin, Türk toplumunun evladıydı. Geleceğimizdi, ışığımızdı. Tanıyan Amerikalıların da çok sevdiği bir delikanlıydı.
Kara haber tez yayıldı. Okuldaki arkadaşları da ağladı ardından, Miami'deki Müslüman Mezarlığı'nda son yolculuğuna uğurlanırken.
 
Miami gözyaşı döküyor şimdi.
Sevgi - Cevdet Düz çifti bir daha yaşgününü kutlayamayacak Bora'nın. Abisi Mete kardeşine sarılamayacak.
İnsanoğlunun ölüm karşısındaki çaresizliği bir tokat gibi vurdu yüzümüze yine. Bunu biliyoruz da zamansız ve erken olması bizi asıl sarsan işte.
Koyu siyah saçlar, zeytin gibi gülen gözlerle hep takip edecek Bora bizi, bulutların üzerinden bir yerlerden.
Hep 14 yaşında kalacak Bora. Unutulmayacak. 
Miami sokakları bakalım onsuzluğa nasıl alışacak?
NOT: Ailesine ve yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum. Allah bir daha Miami'den böyle haber göndermeyi nasip etmesin.
 
PEŞİMİ BIRAKMAYAN FİLM
 
Amerika'ya geldiğimden beri şu "Midnight Express" bir türlü peşimi bırakmadı. Ne zaman yeni bir Amerikalı ile tanışsam "Where are you from?" muhabettinden sonra çoğunun lafı  40 yıl önce çekilen İngiliz - Amerikan ortak yapımı bu filme getirmiyorlar mı; sinir oluyorum. Canım sıkılıyor.
Türkiye'yi hiç görmemişlere önce vatandaşlarımızın filmdeki gibi sadece şişman, çirkin, sakallı adamlar olmadığını anlatmak zoruma gidiyor. Aralarında ülkemizi görenler filmi hatırlattıktan sonra Turkiş rakı-şiş kebap ayaklarıyla havaya yumuşatmaya çalışmıyorlar mı, iyice zıvanadan çıkıyorum.
Film hepinizin bildiği gibi 1970'li yıllarda Türkiye sehayatinde tutuklanıp, Sağmalcılar Cezaevi'nde yatan Billy Hayes'in geçirdiği günleri anlatıyor. Yönetmen Alan Parker olunca, üstelik film senaryo ve müzik dalında 2 de Oscar alınca milletin diline düştü. 
 
Oysa filmin başrol oyuncusu Brad Davis yıllar sonra yazdığı kitapta çevrilen sahnelerin abartılı olduğunu söyledi, senaristi Oliver Stone yazdıklarının çekim sırasında değiştirildiğini belirtip Türk halkından özür diledi ama ne fayda!
İstanbul'da çekimine valiliğin izin vermemesi üzerine Malta'da çekilen film yıllarca kötü propagandamız oldu bizim. Binlerce turist ülkemize gelmekten vazgeçti.
 
Filmi ülkemizde yasakladık biz. Yurt dışında da gösterilmemesi için büyük çaba sarfettik. Büyük tepkiler verdik. Biz tepki verdikçe filmin ünü yayıldı maalesef. Reklamı gibi oldu. 
Bakın daha sonra Ararat diye bir film daha çevrildi, tepkiyi aynı oranda göstermedik, doğru dürüst izleyen bile çıkmadı.
Demek ki bu da önemli bir siyaset. Bazen tepki vermemek tepki vermekten daha yararlı oluyor.
Ama bu peşimi bırakmayan film her gündeme geldiğinde aklım hapishanelerimizdeki kader mahkumlarına takılıyor. Alan Parker'in anlattıklarını yüzde birinin bile doğru olma ihtimali içimi acıtıyor.