BERBAT bir şeydir nefes darlığı. 20 yıl önce hastanede oda arkadaşım emekli bir albay nefes darlığı nedeniyle tedavi görüyordu. Özellikle gece gıdım gıdım nefes alırken, her birinde adeta yeniden doğuyor gibiydi. Bir gece yarısı o son nefesini de alamadı ve vefat etti. Yanı başındaki yatakta o nefessizliğine tanık olmuştum. Adeta boğulmuştu.

BEN de akciğer embolisi nedeniyle nefessiz kalma korkusuyla yaşıyordum. Çok daraldığımızda burnumuzdan verilen oksijen ile ‘Şükür’ derken anlamıştım o bir gıdım nefesin kıymetini. Bu fizyolojik bir durum. Normal hayatta da hiçbir hastalık olmaksınız daralırız. Göğüs kafesimiz çatlarcasına bunaltır bizi. Mutsuz, moralsiz kalındığında önce nefesimiz kesiliverir. Paranız, pulunuz olsa da hiçbir sorun yaşamasanız da moral motivasyonu eksikliği de o gıdım nefese ihtiyaç duyar insan.

Oksijen yetmiyor

Sanırım toplum uzun süredir nefes darlığı içinde. Adeta oksijen yetmiyor, daralıyor, düşünüyor, umutlarımızı renklendiremiyoruz. Ankara caddelerindeki yoğun yaya trafiğinde gülen, merhabalaşan insan görmeyi özledik sanki. Bir oksjien dopingi gerek. Nedensiz gülebilecek, coşkulu olabilecek ortam oluşması gerek. Doğanın yeşili, suyun kenarı, kedinin, köpeğin oyunlarını izlemek gerek. Çiçek böcek ile iliklerimizi ısıtacak güneşin gücü ile oyalanmak gerek. Nedensiz, sorgusuz-sualsiz nefeslenmek gerek. Uzun süre ayrı kaldığımız memleketimize tatil nedeniyle gidildiğindeki mutluluğa benzer bir ortam istiyor insan.

Kadın başbakan vardı

Tansu Çiller’in başbakan olduğunda gözlerim buğulanmıştı. Atatürk’ün modern Türkiyesi’nde kadın bir başbakan vardı artık. Başarısızlığı değil önemi olan, olabilirliliği idi. Boğaz Köprüsü üstünden ilk geçişimdeki sevincim gibi. Akrobosi pilotlarımızın bayram günlerindeki uçuşlarında gökyüzüne bakarken duyduğum haz gibi. İlk sezon meyvası çağlayı tadarken kahkaha atarak bahara ‘Hoşgeldin’ dileğimizdeki sevince benzer mutluluk istiyoruz. Yurt dışından dönüşümüzde bunca yakınmamıza rağmen toprağımıza ayak basışımızdaki özlem duygusunu özlüyoruz. Günlerdir göremediğimiz arkadaşımızla karşılaştığımızdaki içten sarılmayı, kucaklaşmayı arzu ediyoruz. Soyut değil somut mutluluk arıyoruz. Çok da uzaklarda değil aslında... Belki de yanıbaşımızda bu duygular. Bakış açımıza bağlı aslında... Nasıl bakarsak o gözle görürüz. Bu nedenle bakmak başka, görmek başka şeydir.

Coşkudur asıl olan

Ne seçim, ne de geçim. Coşkumuzdur asıl olan. Bu duyguyu kaybettiğimizde oluşur yaşam iflası. Yani mutluluk sermaye istemiyor. Vergisi de yok, kuralı, yükümlülüğü de. İşte pırıl pırıl bir pazar günü. Boğaz kenarında bir bankta oturup seyrine doyum olmaz doğanın zenginliğini yaşamanın bedeli mi var sanki? Çoluk çocuk İzmir’in kordon boyundaki yürüyüşün, Ankara’da Gölbaşı’na gidişin, köyümüzde yemyeşil çayırların üstüne uzanmanın maliyeti mi var? Amaç nefes alabilmekse eğer işte hava, işte su, işte güneş, işte yeşil. Üstelik bedava. Bedava yaşamak, bedava...

Amaç üzüm yemekse...

Biraz hırslarımızı törpüler, biraz tevazuyu hatırlar, biraz da yaşayabilmenin asıl zenginlik olduğunu aklımıza getirirsek işte o zaman bulabiliriz çıkış yolunu. Kendi oltamızın ucuna bakarak kısmetimizle yetindiğimizde, yanımızdakinin oltasına takılanı umursamadığımızda rekabet algısını da unutmuş oluruz. Yoksa yiyen yesin aksırıncaya, tıksırıncaya kadar. Amaç üzüm yemekse eğer bağcı dövmeye ne gerek? Amaç yaşabildiğimizi hissetmekse eğer işte hayat bedava. Hava bedava, su bedava. Amaç şu havayı çekebilmekse eğer doya doya içimize ne mutlu bize. Nefes alabiliyorsak eğer kıymetini de bilebilmeliyiz. Nedensiz, “Şükür Allah’a” diyebilmeliyiz. Moral ve yaşam zenginliğinin ne şartı, ne kuralı, ne de zorluğu var. İşte bahar, işte mis gibi pazar. Güzel bir tatil günü dileklerimle...