Alişan efendimiz, “Yemeklerinizi ailenizle birlikte yiyin, toplu yemekte bereket vardır” buyuruyor; ama hayat şartları, aile bireylerinin bir araya gelmesine fazla izin vermiyor. Sonuçta, “aile” kavramı giderek zayıflıyor, çözülüyor, çürüyor. Ramazan ayı ailenin bir araya gelmesi, iftar ve sahur sofralarında buluşması, böylece bir taraftan efendimizin buyruğunu ihya ederken, diğer taraftan bağımsız bireylerin, “aile” bilincinde buluşması açısından da büyük bir fırsattır.

Unutmayalım ki, Ceddimiz Ramazan günlerini dünya ve ahiret saadetine ulaşmanın vasıtası olarak görmüş, o anlamda değerlendirmiş, Ramazan’ın her gününü ayrı bir bayram havasında yaşamıştır. Türk aile yapısının sağlamlığını biraz da Ramazanlara borçludur.

Ramazan iftarıyla, sahuruyla, teravihleriyle gönle huzur, aileye mutluluk verir, diğer aylarda farklı vakitlerde aynı evde olmalarına rağmen bir araya gelemeyen aile fertleri iftar ve sahurda bir araya gelir, aile çocuklarıyla iftarın sevinç ve neşesini, sahurun bereket ve huzurunu birlikte paylaşır.

Türk kültüründe sofraların salt yeme-içmeden söz etmek anlamına gelmediğini peşinen söyleyelim. Sofraları hem estetik, hem de kültürel bağlamda bir sanat eseridir! Ayrıca sofra, “tatbiki adab-ı muaşeret(görgü)” ve “temsili hayat dersler” açısından da bir okuldu.

Çocuklar ve gençler, basit bir karın doyurma olayının hem bir sanat şölenine, hem bir okula dönüşmesini yaşayarak izler, tarihinden ve coğrafyasından beslenen ritüelleri özümseyerek düzgün davranışlar kazanır, aynı zamanda bu gücü sağlayan devlete, millete ve ailesine güvenmeyi öğrenirlerdi.

O da zamanla kendi özgüvenlerine dönüşürdü. Yemek yemenin kuşkusuz bir adabı vardı ve herkes buna çok dikkat ederdi. Yemeğe aile reisi yüksek sesle besmele çekerek başlardı.

Aile reisinin yüksek sesle besmele çekmesi, diğerlerinin hatırlaması içindi. Besmelesiz yemek yemenin bereketsizlik getireceğine inanılırdı. Herkesin sofrada kendi payına düşene razı olması, başkasının hakkına tecavüz etmemesi, ortada aynı kaptan birlikte yemek yediği başkalarını utandırmaması esaslı sofra adabı ve görgü kurallarındandı.

Görgü kurallarının esası olan, "önce kendini değil, karşındakini düşün" kültürü esastı. Sofrada oruç su ya da zeytinle açılır, küçük tabaklarda gelen iftariyeliklerle sürer, sonra aile bireylerinin oluşturduğu cemaatle akşam namazı kılınır, namaz sonrası yeniden sofraya dönülürdü.

Sahur sofralarında pilav ve hoşafsız olmaz, sahur sonrası yatılmaz, erkekler mahalle mescidine gider, kadınlar evlerinde kuranla zikirle buluşurlardı. “Yemek”le “göbek” arasında elbette bir bağlantı var; ancak ceddimiz midesini tıka basa doldurmaz, çeşitleri tadarcasına yerdi.

Şu özdeyişler onlara aittir: “ Az yiyen melek olur, çok yiyen helak olur”, “ Az yiyen her gün yer, çok yiten bir gün yer.” Bunların kaynağı hiç kuşkusuz Peygamber-i Alişan Efendimizin tavsiyeleridir: “Yeyiniz, içiniz, israf etmeyiniz”, “Doymadan sofradan kalkınız.” Bu sözler hat sanatçılarımız tarafından yazılmış, hemen hemen her evin duvarlarını süslemiştir.

Günümüzde ise yemek; yemek kültürü iki zıt anlamı beraberinde taşıyor, ya bir zaman kaybı olarak düşünülüp, hızlı tüketilen yemek anlayışı ile ayakta veya başka işlerle meşgul iken yemek ya da abartılı sofra ve abartılı tüketimlerle israf boy göstermektedir.

Sofra kültürünün birleştirici özelliği kalmamış ya da hemen hemen yok olmaktadır. Değişen yemek kültüründen ziyade en can yakıcı noktası sofra kısmıdır.

Büyük ile küçüğün belli olduğu, aile kavramının henüz çözülmediği bir anlayışın bozulmasıdır. Elbette günümüz dünyasının tüketime ve israfa dayalı sistemleri ve usullerinin arkasında nice yitip giden, bozulmaması gerekirken “geleneksel" kelimesine yüklenen olumsuz anlamlar sebebiyle tepki duyulan pek çok bağlayıcı unsurun bozulmasıdır.

Ramazanda sofra adabımız ve kültürümüz Kovid 19 nedeniyle tüm dünyanın ve İslam âleminin yaşadığı dayanılmaz sıkıntılarla birlikte maalesef ülkemizde de dayanılmaz hal aldı. Ramazanda “Nerede O Ramazanlar” sözü bu kadar manidar olmamıştı!

Dünyada tüm dengelerin değiştiği, gelir dağılımının bozulduğu, merhametin azaldığı, kişisel hırs ve menfaatlerin öne çıktığı, aç ve yetimlerin unutulduğu, aç ve açıkların giderek çoğaldığı bir dünyada, onların hakkının da pay edildiği bu mübarek Ramazan ayının son günlerinde, helal lokmalarla doyulan sofralarınızda ve gönlünüzde ihtiyaç sahipleri ile yetimlere de yer açmanız ümidiyle…