ÖMÜR kısa sözünü ederken birden ruhum titredi. Allah’ın verdiği ömür kısa olur mu diye hayıflandım. Mesele o değil. Lüzumlu işlerin çokluğu ve ömrün de sınırlı olduğunu dikkate almak için bu sözü ediyorum. Yoksa Allah’ın verdiği ömür tam yeteri kadardır. Takdire hürmet kulluk gereğidir.

Sınırlı olan ömrü insan, çok verimli, faydalı kullanabilmeli. Nasıl yaşarsa yaşasın insan, ne kadar yaşarsa yaşasın, eninde sonunda kendi yaptıklarının şahidi olacaktır. Atalarımız bu hakikati gayet somut şekilde ifade etmeyi becermişler. Haşirde, arasatta, hesapta mizan kurulduğunda hesap verirken kullar, yalan söylediklerinde, kendilerini haklı çıkarmaya çalıştıklarında eller, ayaklar, göz, kulak, dil konuşacak demişler. Atalarımız bunu böyle müşahhas hale getirip ifade etmişler. Günümüzde her şeyin kayıt altında olduğunu zaten herkes görüyor.

Asıl kötüsü şu: Mahcubiyet sadece hesap meydanında değil, arkamızda bıraktıklarımız içinde utanç vesileleri var. Sanal medyadaki tüm yazışmalar, ziyaret edilen siteler, göz atılan sayfalar kayıt edilmiş vaziyette ve onları görüntüden uzaklaştırmak mümkün olduğu halde tamamen silmek, yok etmek olanaksız. Sadece kendimiz değil, başka şahitler de yaşadıklarımıza tanıklık edecek. Kaçarı yok.

Allah için insanlar birbirini sevmeli, sevebilmeli. Ama insanın bir de fıtratı var. Veren el sevilir. Alan el hakir görülür. Almanın ve vermenin de kuralları var. Ne demiş atalarımız, Ağalık vermekle olur. Ağanın eli tutulmaz. Veren el üstte, alan el alttadır. En kötü huy dilenmektir. En günah olan şükürsüzlüktür.

Büyükçe bir çelik soba düşünün kış gününde. Ortada salonu ısıtıyorsa, kapıdan giren herkes sobanın çevresinde çember olacak, ellerinin içini- dışını sobaya döndürerek ısıtacaklardır. Salon ne kadar geniş olursa olsun, tüm salona girenler sobanın çevresinde kümelenecekler.

Bir adam düşünün, yaşını başını almış, ak saçlı ve ak sakallı. Elinde asası, tatlı tatlı anlatıyorsa tarihten, edebiyattan, hikmetten; herkes susmuş onu dinliyorsa, başka gelenler de o çembere dahil olup dinlemeye katılacaklardır.

Yazarlar, muharrirler her konuda yazmalıdır. Ülkemizde yazarlık bir meslek olayım mı olmayayım mı tereddüdü içindedir. Ama henüz bir meslek değildir. Yazarlıkla hayatını kazanan çok az sayıda insan var, genellikle yazanlar hayatlarını başka işlerden, mesleklerden kazanıyorlar. Yazar okulları, yazar atelyeleri gırla gidiyor ama yazarlık bir meslek değildir.

Eğer işiniz yazarlıksa, her gün yazıyorsanız, değişik konularda yazmanız gerekir. Yoksa hep aynı telden çalarsanız bir süre sonra, okuyanlar sizi ezberlemiş olacaktır ve okumaya ihtiyaç duymayacaklardır.

Her gün insanlara yeni şeyler düşündüremiyorsanız, farklı söyleyemiyorsanız onların bildiklerini, sizi okumayı bırakacaklardır.

Genellikle yazarların sıkıntısı budur. Belli bir bakış ve kavrayışları olduğundan, güce de yanaşma olduklarından zaviyeleri daralmış, ufukları kaybolmuştur. Onların hangi konuda ne diyecekleri bellidir. Nalıncı keseri hep erk’den yana yontacaktır. Yönetenin her yaptığı iyidir, başarıdır. Büyük emellere hizmet etmektedir.

Düşünmeden buna karşı çıkanlar da aynı hastalığın içindedirler. Söylenene aksi görüş üreteceğim derken hak ve hakikat ayaklar altına alınır ve günaha girilir.

Münevver insan, aydın kişi düşünce üretmeye yoğunlaşır. Günün meseleleri arasında kaybolmaz. İktidardan da, muhalefetten de uzak durur. Belki de kimsenin işine yaramaz bir kişi olarak algılanır. Ama o araf’takiler geleceğe yön verir. Araf’taki aydınlara selam olsun.