BELLİ bir yaşa ve kıdeme gelince farkındalık artıyor. Gelişiyor ve değişiyor insan. İğneyi kendisine, çuvaldızı başkasına batırabiliyor. Genellikle de çuvaldızı tercih ediyor. 
 
Yaşam deneyimi size daha objektif yorum yaptırıyor. Daha sağlıklı ilişki, daha beslenici arkadaşlık, dostluk… Daha iyi muhakeme… 
"Ağzı olan konuşuyor" deyimi ne güzel tutmuştu. Şimdi bol bol konuşma, yorum yapma, değersizleştirme, aşağılama, sataşma dönemi… 
Birey kendi sorununu başkasının üstünden çözmeye çalışıyor. Haliyle çatışmalar da çıkıyor. Ben cahil ve bilmeyen insandan korkmam. Hatta iyi dostluklar da kurarım. Ama bilgi taslayan, yani bilgiç, fikri olup bir yere dayatmayan insanları tehlikeli görürüm. 
 
Geçenlerde emekli durumundaki bir grubun tartışmalarını dinlemedim ama izledim. Konu basit. Ama birbirlerine üstünlük sağlama, bilgili görünmeye çalışmalarıyla iki saat konuştular. Seslerini yükseltenler, haklı olduğunu sananlar… Sonra hep beraber konuşmaya başladılar. Tuvalete giderken bile laf yetiştirenler vardı. Bunların derdi konuşmak değil kendi içini dökmekti. 
 
Sonra internete girdiler. İlkokul çağı niteliğindeki bilgiyi edindiler. Oysa hepsi aynı şeyi söylemeye çalışıyordu. Fikri olup bilgisi olmayan kişi "Bana göre" diye başlar söze… Veya "Bence" diyerek kendisini öne çıkartır. 
Bu tipler yetersizliklerini, başarısızlıklarını, hayatta bir hikayeleri olmayışlarını iyi bilirler… O nedenle önce sülalelerini, sonra babalarını, daha sonra çocuklarının yeteneklerini anlatarak önce altyapılarını yaparlar. Lakaplarını, taaa İstiklal Savaşı şehidi dedelerini, sonra memleketlerindeki tarla, konak ve mal varlıklarını sıralarlar. Olmadı kayınpederi cephesine sığınırlar. Cep delik, cepken deliktir ama geçmişin aslında olmayan hikayelerine sığınıp saygı beklerler. 
 
Günümüzün gençliği ise elindeki ve cebindeki ile saygınlık oluşturmaya çalışır. Üst tabaka çocukları bir kafede ise masaya önce anahtarlık ve telefon bırakılır. Çünkü ikisi de marka konumundadır. Telefonun en pahalısı, anahtarlıktaki araba modeli ile ilk astar atılmış olur. 
Biraz sonra rahat oturamadığını söyleyip izin alır ve babasının torpili ile edinilmiş tabancasını belinden çıkartıp koyar bir yana. O da markadır. Astardan sonra boya da atılmıştır. Zaten saç, traş ve daracık pantolon ile kısacık ceketten olan kombin önemli bir vitrin olarak önemli bir vitrin olarak görülmektedir.
Sohbete geçildiğinde ise incir çekirdeğini doldurmayacak bir konu etrafında sörf yapılır. Hele masanın etrafında kızlar varsa sohbete farklı üsluplar da katkı verir. 
 
Aynı emekli toplantısına benzeyen, bilgiden uzak, birbirlerini beslemeyen, kendi olmayan kimliğini piyazlayan ve sahte karakteriyle saygın olmaya gayret gösteren bir yapı… 
Ne yapmak istediklerini de bilmezler. Nereye varmak istediklerini de… Çünkü öyküleri yoktur. Başarı istekleri de yoktur. Bunlar için donanım gerekir. Donanımsız insanlar, elbette donanımlı gibi görünerek açığını kapatmaya çalışacaklardır. 
İşte bu insanlardan çekinilir. Akım derken ağzından başka bir şey çıkar. Kırar, döker, haykırır, bağırır, çağırır. Bir bardak suda fırtına kopartır. En kolayı budur çünkü. Olmayan kimliği ile verdiği kimlik savaşı aslında kendi kendisinedir. 
 
Arapça gibi gazeteyi son sayfasından okumaya başlar. Spor kültürü ve bilgisi de yoktur. Ama taraftarlık korunmasına sığınır. 
Son okuduğu Red Kit, Tommiks, Teksas artık müzeye kalktığından habersiz, cep telefonu içindeki dedikodu ve soyut bilgilerle kendisini zenginleştirir. 
Hele de içkiliyse bir cümlecik konunun nasılsa saatlerce malzeme yapıldığını fark etmez. Aynaya küs, kendisine yabancı bu tip insanlar virüs gibidir. Paçadan dalar, bulaşır. Dinlemeseniz de yer değiştirseniz de gelir yapışır. Sonra "Pardon ağabey dün biraz gergindim. Hatam olduysa bağışla" diyerek kendi kendisinden af dileme çabasına girer. 
Onların derdi başkadır. Siyaset kulvarında da spor ortamında da yanı başınızda da bu tip insanlar sizi bulabilir. Bulaşabilir. Siz istemeseniz de onların istekleri budur. Çünkü dertleri kendileridir.  
İyi pazarlar…