“1289’DA fethedilen Karacahisar’da pazar kurulmaya başlandı. Germiyan vilâyetinden bir kimse gelip Osman Gâzî huzuruna vardı.

‘Bu pazarın bacını bana satın’ dedi.

Osman Gâzi, ‘Bac da ne ki’ diye sorunca o şahıs,

‘Pazara yük getiren herkesten akçe almaya denir’ dedi. Osman Gâzi, ‘Bu pazara gelenlerden alacağın mı var ki onlardan akçe alacaksın’ diye sordu. O adam, ‘Bu eskiden beri âdettir, her vilâyette yapılmaktadır, her yükten pâdişâh için akçe alırlar’ dedi.

Osman Gâzi hiddetlendi, ‘Bugüne kadar böyle bir şeyin alınması icap ettiğini ne bir din kitabında okumuş ne de bir âlimin sohbetinde duymuştum. Bu, Hak Teâlâ buyruğu mu, Peygamber sözü mü, yoksa her ilin Padişahı kendisi mi uydurmuştur’ diye suâl etti. O şâhıs, ‘Evvelden beri sultan töresidir’ dedi. Osman Gâzi, Allah ve Resul’ünün emri olmayan bir şey hususundaki bu gayretkeşliğe iyiden hiddetlendi, adama;

‘Yürü, artık buralarda görünme, yoksa sana zararım dokunur. Malını kendi eli kendi alın teri ile kazanmış kimsenin bana ne borcu var ki havadan akçe versin’ deyip adamı gönderdi.

Yanındaki dostları onun bu sözlerini işitince, ‘Size bir şey vermeleri gerekmezse de, pazarı bekleyenlerin emekleri zayi olmasın diye bir şey vermeleri iyi olur’ demeleri üzerine,

Osman Gâzi ‘Madem böyle dersiniz, bir yük satan kimse iki akçe versin. Satmayan hiçbir şey vermesin’ dedi.” Mimar Semih Akşeker, Halil İnalcık’ın Osmanlı’da Devlet Kanun Diplomasi adlı kitabından almış. Ben de beğenerek alıntılıyorum.

Modern binalı mabed

Pazar meselesi, çok önemli elbette. Pazar ile mutfak arasında, Pazar ile kiler arasında, Pazar ile erzaklık arasında ve Pazar ile tencere arasında çok samimi ve sıcak bir ilişki vardır.

İstanbul’da bir türlü kabul edilir bir seçim gerçekleştirilemeyince vatandaş tekrar ucuz sebze, bakliyat, et alabileceği çadırlar kurulacak mı diye soruyor. Gerçi taze sebzeler piyasaya çıkınca fiyatlar biraz düştü ama, meyve fiyatları akıl kaçırtacak kadar yüksek.

Pazar çok önemli şehir ve şehirli hayatında. Bir şehir kurulmuşsa orada Pazar ve ticaret ve taşıma başlamış demektir. Taşıma, ticaret ve Pazar şehir demektir. Geniş, ferah, modern binalı mabet demektir şehir. Sağlam, pak ferah okul binası demektir. Birkaç imalathane demektir. Giyecek imalatı, ayakkabı imalatı, bazı ev ve mutfak eşyasını imal eden üretim merkezleri, dükkeanları demektir şehir.

Ulemadan açıklama bekleniyor

Seçimler ve ucuz alış-veriş çadırları demişken bir ince meseleye dikkat çekmek gerek. Biliyoruz ki, o seçim döneminde maliyetinden, üretim fiyatından daha ucuza satılan gıda maddelerinin farkını belediye, hemen herkesin vergisinden ödüyor. Mal edilişinden ucuza, başkalarının kesesinden karşılanan o gıda maddelerini almak, pişirip-yemek caiz midir, helal midir, mekruh mudur. Harama mı, helale mi yakındır. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığından ses çıkmadığı gibi yönetimden nemalanan din ulemasından da ses çıkmadı.

Hazreti Peygamber Medine pazarını kurarken malın görünen kısmını süslemeyi, malı nemlendirmeyi, niteliksiz malın alt tarafa saklanmasını men etmişti. Pazardan yer tutanların da tuttukları yeri malsınmasını yasaklamış. Yani burası benim, ben her Pazar gelip burada duracağım demeyi yasaklamış. Fiyatlar serbest değil. Belli bir maliyet ve kazanç nispeti var. Fahiş kazanç yasak, aldatmak yasak, hile-hurda yasak. Pazarlık meselesi yanlış anlaşıla gelmiş. Nasıl olsa pazarlık yapılacak 10 yerine 15 diyeyim de sonra 10’a veririm mantığı geçerli değil. Pazarlık, satıcının kazancından küçük bir miktarı ikram etmesidir.

Osman Gazi’nin Germiyanlı vatandaşa sorusu son derece ilginç ve içinde muhteşem bir mizah ihtiva ediyor. Hale, pazara mal getirenden ‘niye baç diye para alıyorsun, sana borçları mı var?