TARTIŞMASIZ Turgut Özal’ın açılım için kurduğu köprü Atatürk köprüsüdür... Seçim öncesi TV’deki propaganda tartışmasında ‘Köprüyü satacağız’ söylemine rakibi Necdet Calp’in “Sattırmam” çıkışıyla açılım başlamıştı. Klasik siyaset geride kalarak yeni, yepyeni bir siyasi hava oluşmuş, yeni isimler, yıldızlar, genç bürokrat ve yeni sistem ile tanışılmıştı. ‘Özal’ın prensleri’ genç kadronun hakim olduğu parti ve hükümet takımı ile Türkiye renk zenginliğine de kavuştu.

Muhafazakarlar, liberaller, serbest ekonomi anlayışı ile siyaset ve ekonomiyle sosyal yaşam sil baştan yenilendi. 12 Eylül’ün General Cumhurbaşkanı, başbakanlık için atama zorunluluğunda kalınca Özal, Çankaya Köşkü’nde Evren’e sarılıp şapır şupur öperek buzları eritiverdi. ‘Köprüyü geçinceye kadar’ deyimiyle koltuğu da kapıverdi. İhtilal defterini hiç açmadı. Önüne baktı. Bir sürü değişikliklere imza attı. Tatlı tatlı vergiler, espriler, sosyal yakınlaşmalar, zamlar ile birlikte arka arkaya sıralanınca ‘Tonton’ oluverdi.

İkinci Ordu Komutanlığı’nı şortla ziyaret ederek silahlı kuvvetlere ve ihtilal kadrosuna ilk mesajını da veriyordu. ABD ziyaretinde Semra hanım ile el ele tutuşarak, Manhattan caddelerinde turist gibi dolaşıp bastı parayı, TV’lere çıktı. Tam sayfa ABD gazetelerine ilan verdi. Güven oluşturdu, inisiyatif aldı. Zeki, kurnaz, akıllı, sempatik ve hep B planı kullanarak adeta ‘sevgili’ oluverdi. Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş’i unutturmaya çalıştı. YesNo başlıklı referandum kampanyasını kıl payı kaybedince eski siyasiler tekrar rakibi oluverdi.

Özelleştirmeler başladı

Süleyman abisi ile gizli çekişmeye girdi. Ama bu dört liderin yıldız isimlerini ANAP’a katarak dört eğilim stratejisi ile iktidarını perçinledi. TÜSİAD, TOBB, bankalar ve patronlara yakın durdu. Özelleştirmeler de başladı. Her sıkıntıya bir bahane bularak geçiştirdi. Bazen halının altına süpürdü, bazen buzdolabına koydu. Bazen de ‘alışırsınız’ diyerek geçiştirdi. Medya etkisini kendi yanında tuttu. 2.5 gazeteyi yeterli gördü. Anayasa bir kere delinirse bir şey olmaz felsefesiyle ortada yasa yokken işlem yaptı. Özel TV kuruluşlarına izin verdi. Olması gerekendi belki ama yasalar verdiği kararlardan sonra oluştu. ‘One man show’ dönemiydi. Futbolu özelleştirdi. Sokağa çıktı. Ev gezmeleri yaptı. Düğün-dernek dolaştı. Adım adım yurt gezilerine çıktı. Sempatisi tavan yaptı. Bilgisayarından B’si bilinmezken, Köşk’e sistem kurdu.

Yabancıya kapı açık

Yalova’da tatildeyken şişme botla çıkıverdi karşıma. Can Pulak, Güneş Taner yanında plaja adım attığı sırada etrafını mayolu insanlar doldurdu. Fotoğraf makinama kum girmiş ve bozulmuştu. Gözlüğünü kaldırdı, alnını dayadı. Korumasından aldığı çakıyla tamir etti ve ‘çek bakalım’ diyerek poz verdi. İşte o gün yabancı futbolculara kapı açan demecini verdi. ‘Turist olarak gelmiyorlardı ama şimdi akın edecekler’ diyerek aynı anda iki manşet oluşturdu. Ertesi günkü Milliyet’in hem ilk hem de spor sayfasında sürmanşet olmuştu haber. Çünkü plajda gazeteci yoktu benden başka. Kereem Abdulcabbar’ı davet etti. 1.65 ve 2.20’lik boy farkını fotoğraf karesine almak istediğimizde parmağını gözüne götürerek ‘pişik’ yapıvermişti. Naim Süleymanoğlu için Avustralya’ya kendi uçağını tahsis etti. İlk bankamatikleri getirdi. Trabzon’a giderken uçakta foto muhabiri rahmetli Yaşar Uçar’ın gıdıklandığını öğrenmişti. Yanına çağırdı. Göbeğine parmağını dokundurunca ‘Ananı...’ refleks cevabıyla karşılaştığında kahkahayı basmıştı.

Kendisini boykot etti

ANAP Genel Kurulu’nda foto muhabirleri korumalarından dayak yiyince eylem yapmıştık. Fotoğraf makinelerini kürsünün önüne bıraktık ve salonu terk ettik. Özal konuşmasını kesti ve biz eylemcilerin yanına geldi. O da boykot etmişti kendisini. Her foto muhabirine en lüks ve en yeni model makine hediye ederek barış çubuğu uzattı. Bizim için servet niteliğinde bir hediyeydi. Suikast girişimden sonra ‘Yırttık’ diyecek kadar hafife almıştı olayı. Bir gece ortadan kayboldu. Ankara, Özal’ı arıyor. Korumaları, Ankara emniyeti, gazeteciler sefer oldu. Yok, yok, yok. Şef Özgen Acar, ANAP muhabiri Süreyya Özel’i arıyor. O da yok. Süreyya’nın evi cevap vermiyor. Israrla arayıştan sonra açtı telefonu. Ama fırçayı da yedi. Özgen abi avaz avaz bağırıyor: ‘Özal nerede. Sen ne biçim ANAP muhabirisin!’ Yanıt çok sakin geldi Süreyya’dan: ‘Burada. Bizim eve yemeğe geldi.’ Çankaya kapısının arka kapısından gizlice kaçmıştı Özal... Muziplik, şaka, espri sınırsızdı adeta... B planını sadece eşi ve çocukları için uygulayamadı. Kardeşleri Korkut ve Yusuf Özal ile yeğeni Hüsnü Doğan, bakan olmalarına rağmen Başbakanlık Konutu’na giremezdi. Semra Hanım’ın kırmızı çizgisiydi. Bir büyük hata yaptı. Kompleksine yenik düştü ve Cumhurbaşkanı oldu. Pişmanlık da para etmedi. Tekrar meydanlara inecekti ki vakit kalmadı. Cumhurbaşkanlığı seçim sistemini de getiremedi. 17 Nisan 1993 yılında bayraklar yarıya inmiş ve bir yıldız kayıvermişti. Özal renkler yumağıydı. Gökkuşağıydı. Köprü ile köprüler, renkler ile kuşaklar oluşturdu.