FRANSA galibiyetinden sonra spor yazarlarının yorumlarını tek tek okudum.

Bir bölümü, bu takımın yan yana iyi oynamasını beğenmiş, kimi takım halinde oynamasını. Kimi Burak’ın 3 kişilik oyununu beğenmiş, kimi duvar gibi duran savunmamızı.

Ben o gece en çok neyi beğendim biliyor musunuz?

Oyuncularımızın maç sonundaki o içten sevinmelerini.

Bizi milli takımdan koparan, galibiyetlerden sonra sahada yalandan birkaç saniye sevinip, prim pazarlığına geç kalmamak için koşturarak soyunma odasının yolunu tutan o kibirli oyunculardan sonra, bu gençlerin sımsıcak sevinç görüntüleri, nasıl söylesem, dünya şampiyonunu yenmekten bile çok daha değerli geldi bana.

Fark ettim ki, biz galibiyetlerin yanında böyle sevinçlere, sevinmelere hasret kalmışız. Futbolcuların yumak olup birbirlerine içtenlikle sarılmalarını, laf olsun diye değil, en güzel heyecanlarını paylaşmak için amatör ruhla maç sonunda tribünlere doğru koşmalarını özlemişiz.

Trabzonsporlu oyuncuların Abdüş diye seslendiği Abdülkadir’in, bir işe yaramaz diye kenarda unutulan Merih’in, gurbette nasıl sevineceğini bilemeyen Kaan’ın, Kenan’ın birbirlerine sarılıp takım halinde sevinmelerini özlemişiz.

Ve en önemlisi; televizyon başında da olsak, sevincimizi onlarla paylaşabilmeyi özlemişiz.

İşte bir daha böylesine güzel, içten, doğal, gönülden, içten pazarlıksız sevinmek, tek yürek olabilmek, için Fransa’yı, Fransa gibi takımları daha çok yenmeliyiz.

Bizler bir dönem, galip gelip de sevinemeyenler ülkesinde yaşıyorduk.

Yenenlerin tavır ve davranışları, kibirleri, hepimizin sevinç dalgaları önünde set oluyor, galibiyetlerden sonra bile dayak yemiş gibi yerimize çöküp öylece kalıyorduk.

Şenol Güneş tribünleri tek tek dolaştırarak aslında milli takımı sadece Konya stadındaki o muhteşem taraftarla kaynaştırmadı. Evlerinde maçı izleyen milyonlarca taraftarı da uzun bir aradan sonra futbolcuların sevincine ortak etti. Uzun zamandan beri bir galibiyetten sonra böylesine gururlanmamıştık.

Bu çocuklar, gönülden sevmeyi, sevilmeyi Konya’da gördüler, yaşadılar, yaşattılar. Milli formanın nasıl bir ulusal değer olduğunu, ellerindeki bayraklarla sokakları dolduranlara bakıp, çok daha iyi anladılar.

Bundan sonra oynadıkları her maçı kazanacaklar.

Ama para için, prim için, şan şöhret için değil.

Onlar nasıl olsa gelir.

Böylesine sevinebilmek için kazanacaklar. O güzel sevinçlere bizleri de ortak etmek için kazanacaklar.

Bu çocuksu duyguyu, ne parayla satın alabilirler, ne de şöhretleriyle.

Bu pırıl pırıl gençlerin, o çocuksu duyguyu, gözlerindeki sevgi ışıklarını hiç kaybetmemesi dileklerimle.