PARA... Para... Para... Varlığı bir dert, yokluğu yara. Şarkı sözleri, hayatın gerçeklerini anlatıyor. Gerçekten de, bugünkü yaşantımızda parasız bir hayat mümkün değil. 7 düvele hükmeden Osmanlı’nın batışının en büyük nedeni para oldu. Osmanlı, üretemedi. Tefecilerin kucağına düştü. Borçla lüks yaşadı. Borcu ödemek için tüm varlıklarını ipotek altına aldırdı. Osmanlı’nın borçlarını genç Türkiye Cumhuriyeti ödedi. Atatürk, Osmanlı’nın hatasına düşmemek için üretime önem verdi. Yabancılardan borç almadı. Fabrikalar kurdurdu. “Çiftçi, bu ülkenin efendisidir” diyerek tarıma önem verdi, Türkiye’yi kendi kendine yeten ülkeler arasında ilk sıraya oturttu. Türkiye, uzun yıllar dünyaya buğday sattı. Para, eskiden değerliydi. Karşılığı vardı. Ülkeler, altını kadar para basabiliyordu. Amerika ve AB sayesinde bu uygulama değişti. Hükümran ülkeler, para basmak için altın rezervine gerek duymuyor. ABD, Almanya’dan emanet aldığı altınların küçük bölümünü dahi; “Şu an rezervlerimiz bu talebinizi karşılamaya müsait değil” diyerek geri çeviriyor. Dolar, eskisi kadar güçlü değil. 30-40 yılda çok değer kaybetti. Söz değer kaybından açılınca Osmanlı’yı hatırlamakta yarar var: Genç Osman tahta geçmiştir. Yeniçeriler filler üstünde Beyaz Rusya’ya kadar ilerlemiş, Hotin Kalesi önüne gelmişlerdi. Yeniçerilerin parasını vermekte zorlanan Genç Osman, altına bakır karıştırır ve elbette yeniçeriler bu hileyi anlar. Genç Osman ile yeniçerilerin arası açılır. Ve altına bakır karıştırması Genç Osman’ın sonunu hazırlar. Yeniçerileri devirme hazırlığı yapan Genç Osman, saray entrikaları sonrasında öldürülür. Çin elindeki değersiz Amerikan bonolarından kurtulmak için akılcı davranıyor. Hem piyasaları karıştırmamak, hem Amerika’nın tepkisini çekmemek hem de zarar etmemek için fabrikalar, şirketler satın alıyor, borsalara yatırım yapıyor, değerli maden topluyor.

Altın rezervleri dağ gibi

Türkiye’nin karşılıksız para basamayacağını, ABD ve AB’nin buna izin vermeyeceğini belirtmiştik. Ki; Türkiye’nin altın rezervleri dağ gibi. Yastık altındaki altınlarımızı çıkarsak, bütün borçlarımızı anında öderiz. Son günlerde ekonomide görülen güzel bir şey var. Cari açığımız 60 milyar dolardan, 20 milyar dolara kadar geriledi. Dış ticaret açığımız zaman zaman artı vermeye başladı. Bu güzel bir şey. Birde ayağımızı yorganımıza göre uzatsak. Devlet olarak, birey olarak tasarrufu öğrensek tadından yenmeyecek. Borcumuz çok. Yunanistan gibi şımarıklık yaparak; “Borcumu ödemiyorum” deme lüksümüz de yok. Yukarıda da değindiğimiz gibi, Osmanlı’nın borçlarını dahi TC ödedi.

Borcu kolayca karşılıyordu

Türkiye 2. Dünya Savaşı’na kadar hiç borç almadı. Savaş sonrası alınan askeri amaçlı borçlar 356 milyon lira kadardı. Ülkenin altın ve döviz rezervleri bu borcu kolayca karşılıyordu. 1946 yılında devalüasyon ile dış borçlar 707 milyon liraya ulaştı. 1950 yılında toplam dış borç miktarı; 775 milyon liraya yükseldi. 1970 yılında yüzde 66 devalüasyon ile borç 12.5 milyara ulaştı. 1980 yılında 15.7 milyar dolar, 1993 yılında ise 66 milyar dolara ulaştı. 1980-1993 Özal dönemi savurganlıkla geçti. Sonraki dönemlerde dış borç patladı. 2002’de 129.6 milyar dolar olan Türkiye’nin toplam dış borcu, 2012 sonunda 336.9 milyar dolara fırladı. Özel sektörün dış borcu ise 2002-2012 döneminde yüzde 425’le artış rekoru kırdı. Bu dönemde net 183 milyar dolar büyüyen özel sektör dış borcu 43.1 milyar dolardan 226 milyar dolara yükseldi. Türkiye’nin toplam dış borcu; 337 milyar dolar ile rekor seviyeye ulaştı. Tehlikeli olan büyümenin on yılda yaşanan yüklü sıcak para girişleri ve aşırı dış borçlanma ile sağlanması. Şimdiki borç durumumuz ise anlatılmaz yaşanır türde. Yüksek borç ekonomik riskler, ABD gibi emperyalist güçlerin sahada oyuncağı olmamızı sağlıyor. Özetle dostlar Türkiye Cumhuriyeti yüksek borca, cari açığa, sıcak paraya çare bulmadıkça sırtı yerden pek kalkmayacak gibi.