İktidarın ‘Yeni reform paketi” için hazırlanan raporunda sıkıntılı yerler var deniliyor. Paket, toplumun ihtiyacını karşılayacak her yeniliğe açık olmalı. Tek şartla, milli güvenlikte açık oluşturmamalı.

Türkiye neredeyse her on yılda bir darbelerle sarsılıp, hedefinin farklılaştığı bir ülke iken, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” ile yedi düvelin gizli-açık sızıntısı engellenmişti. Halkın seçtiği Başbakan ve iktidarın seçtiği sembolik Cumhurbaşkanlığı ile iki başlılık sona ermişti. O sebeple, milli menfaatleri koruyabilmeye başladık.

Hal böyle iken anlaşılan o ki, rapor hazırlayan çevrelerde ya sızıntı var, ya da hükümet Bidenlı ABD görüşmelere hava yastığı hazırlıyor. SP ile görüşme, İP’i davet, milli menfaati üst seviyede koruma amacıyla ise amenna. Lakin hatırlatırım ki 24 Haziran seçimi sonrasında ortaklığı bozma girişimi yaşanmıştı. Ve bu durum, ruhi birlikteliğe gölge düşürmüş, yerel seçimi de etkilemişti. 

Aslında ittifakı bozma girişimine darbe zaman zaman her iki ortaktan da geldi. Lidere yakın, sığ kadrolar şuurlu-şuursuz öne sürdükleri fikirlerle adeta 15 Temmuz karmaşasının artçısını yaşattı topluma.

Biraz uzağa gidelim, 57. Hükümette 3 ortaktan birini atıp yerine DYP’yi alma önerilmişti Ecevit’e. Kim, ANAP lideri Mesut Yılmaz. ABD öyle istiyormuş. Ecevit kabul etmeyince, bu defa Ecevit’in en yakını Hüsamettin Özkan, Kemal Derviş DSP’yi parçalayıcı tavır sergiledi. DSP olmayınca, muallakta kalan hükümet sebebiyle de erken seçime gidildi. Yedi düvel tam teslimiyet ister.

Erdoğan’ı ipten alan ortağını satması düşünebilir mi sorusunun cevabı “siyaset bu” demek istemem. Lakin, rapor hazırlayanlar aynı parti kapatmada olduğu gibi “parti kapatma yerine suç işleyen partiliyi cezalandırma” şeklinde şirket sahibinin, ortaklarının FETÖ-PKK’ya destek vermesi halinde sadece kişiyi cezalandırma fikri marjinal derecede yanlış. Şirkete para aktartan kişi gidip yerine başkası gelse değişen ne olacak? Teröre nefes aldırmadır bu düşünce.

Hukuk alanında da batıya şirin gelecek, onların yandaşlarını kurtaracak maddelerin varlığından söz ediliyor ki, o zaman 15 Temmuzda teslim olunsaydı. Yeni hükümet sistemi için kafa yorulmasaydı. Batıya “emret sahip” deyip durup, bir lokma ekmeğimizi yiyip, Survivor izleseydik. Ne işimiz vardı Libya’da, Suriye’de? 

Topyekûn “Millet ittifakı” oluverseydik. Sevr maddelerini elimizde Türk bayrakları ile uygulayıp, kutlasaydık. Bebek katili, Demirtaş, Kavala-gilleri salacaktıysak eğer, niye kan ve can verildi?

Sonra Ayasofya’yı açıp, başta Yunanistan olmak üzere haçlıları niye karşımıza aldık? Bak adamlar, İzmir’i işgal için çıktıkları pasaport iskelesine Agamemnon’u konduruverdi. 

Tüm bunlar konuşulurken, 1938’de Atatürk’ün talebiyle TBMM’de vatan haini 150’liklerin af kanunu görüşmesinde ağlayan vekiller geldi. Hıçkırıklar içinde kabul edildi kanun. Af sebebi, o kişilerin çoluk çocuklarının olduğu ve toplumsal barış gerektiği idi. Çoluk çocuğunu atası düşünmelidir kanımca. 

Olacaksa helalleşme doğal yolla olmalı. 
Toplum yerine devlet, kanunla helalleşme sağlamamalı. 

Not: Henüz kesinleşmedi ki diyenler oluyor. Bu tür adımlarda nabız ölçmek için, problemli yerler bizzat duyuruluyor. “Tansiyonumuz yükseldi yazısıdır”  bu sadece.