Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Rahmân'ın has kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzû ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında incitmeksizin ''Selâm!'' derler geçerler.'' 

(el-Furkân, 63)

Bu âyet-i kerîmenin feyziyle Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurur;

“Câhil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol.”

“Kargalar ötmeye başlayınca bülbüller susar.”

“Bil ki edep, ancak her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül gösterebilmektir.”

Çilelere tahammül, kalbleri kemâle erdirir. 

Zîrâ tahammül, çileler dünyasında en büyük imtihan edebidir. 

Öyle ki, bu haslet, bir îmân ölçüsüdür. 

Nitekim Hazret-i Mevlânâ buyurur:

“Aklım kalbime sordu, din nedir.. Kalbim de aklımın kulağına eğildi ve fısıldayarak; 

''Dîn edebden ibârettir!'' dedi.

Edebin kaynağı da Hazret-i Peygamber”dir. 

Sahâbe-i kiram, O”nun bâkire bir kızdan daha hayâlı olduğunu ifâde etmişlerdir.

“Gülün güzel kokulu olması, onun dikenlere katlanmasındandır. 

Zîrâ gülün dostu dikendir.”

Hakk'a teşne gönüller için kâinât binbir türlü sessiz ve sözsüz misallerle müzeyyendir. 

Dikene katlanan gül, çiçeklerin şâhı olmuştur. 

Zîrâ saâdetler, cefâlara katlanmanın neticesindedir. 

Nefsin süflî arzularına ve hayatın ağır imtihanlarına tahammül, iki cihan saâdetinin kapısıdır.

İptilâlar, musîbetler, çâresizlikler, kulu Rabbine döndürür. 

Dâimâ; “Aman yâ Rabbî!” dedirtir. Bu hâlin zıddına her derdine çâre bulan veya dert ve kederden âzâde olan insanların nefsi kabarık olur. 

Hayatta çâresizliği tatmayan insanın nefsi “azgın bir aygıra” döner.

İnsanlar, aştıkları engeller nisbetinde rûhen mukâvemet kazanırlar. 

Sıkıntı ve ıztıraplar, mânevî terbiyede en mühim terakkî vâsıtasıdır. 

Hak Teâlâ bu sebeple en çok peygamberlerini çile çemberinden geçirmiştir. 

İnsanoğlu da, verilen nîmetler mukâbilinde imtihana tâbî tutulacaktır. 

Cenâb-ı Hak bu dünyâda kuluna ne ikrâm ettiyse, ondan imtihan edecek ve âhirette de hesâba çekecektir.

Hazret-i Mevlânâ buyurur:

“Eğer huzur istiyorsan hayâtın dengesini iyi kavra!  

Körler çarşısında ayna satma, sağırlar çarşısında gazel atma.”

Bir mü”minin fârikası, basîretli ve firâsetli olmasıdır. Muhâtabını sîmâsından ve hâlinden tanıyarak onun seviyesine göre hitâb etmesidir. 

Nitekim Hazret-i Ali (radıyallâhu anh da);

“İnsanlara anlayacakları şekilde yani akıl ve idrak seviyelerine göre konuşunuz.” 

(Buhârî) buyurmuştur. 

Bu, insanlara, kendi aklınızın erdiği kadar değil, onların akıllarının kavrayacağı derecede söz söyleyin, demektir. İnsanların idrak seviyesini anlamak için de Mevlânâ Hazretleri”nin şu ifâdeleri kâfî bir düsturdur;

“Bir insanın nasıl güldüğünden terbiyesini, neye güldüğünden ise zekâsını ve seviyesini anla!”

Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Ey îmân edenler! Allah”tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” 

(et-Tevbe, 119)

“Ey îmân edenler! Allah”tan korkun. O”na yaklaşmaya vesîle yol arayın ve yolunda cihâd edin ki kurtuluşa eresiniz.” (el-Mâide, 35)

Gönül feyzini Kur”ân-ı Kerîm”den alan Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur ki:

“İnsana, meşgul olduğu ve aradığı şeye bakılarak değer verilir.”

“Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, onu aramamak demektir.”

“Kılavuzun hareket etmedikçe hareket etme. Başsız hareket eden, kuyruk olur.”

“Hak dostu bir kişiye bende olmak, padişahların başlarına taç olmaktan iyidir.”

Cihan Sultanı Yavuz Selim Han, büyük fütûhâtından İstanbul'a dönerken, 

fânîlerin alkış ve iltifatları karşısında nefsinin kendine bir pay çıkarmasından ürkmüş, 

nefis terbiyesinin zarûretini ifâde sadedinde şu beyti söylemiştir:

''Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş,

Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş…''

Hazret-i Mevlânâ buyurur:

“Gönlün yitirdiği hikmet kumaşı, gönül ehlinin katında ele geçer.”

“Katı taş olsan, mermer kesilsen bile, bir gönül sahibine ulaştın mı inci olursun.”

“Kuş, ancak kendi cinsinden kuşlarla uçar.”