Koronavirüs salgınında evlerde hapis hayatı yaşıyoruz. Sadece bizde değil, dünyada da bu böyle...

Evlerine kapanan milyonlar yemek yeme, uyuma, tuvalet ve banyo gibi ihtiyaçlarının dışında genellikle ekran başında.

Ama ne yazık ki hep hayal kırıklığı!

Çünkü ulusal kanallarımızda birbirinden kötü filmler, diziler, programlar var. Haber kanallarındaki tartışma programlarında ise hep aynı konuklar!

Bunlar öyle her şeyi bilen konuklar ki; siyasi, askeri, yaşamsal, ekonomi gibi her konuda fikir sahibi olabiliyorlar. Biri de "Bu benim alanım değil" demiyor. Konuşup, duruyorlar. Zaman zaman da birbirlerine girip, stüdyoyu falan terk etmeye kalkıyorlar ki program reyting alıp, haberi internet sitelerinde haber olabilsin!

Yine milyonlarca kişi futbol tutkunu ülkemizde; yine dünyada olduğu gibi...

Şu sıkıntılı günlerde sayısı hiç de az olmayan kişi de "Hiç değilse tuttuğum takımı heyecan içinde izleyeyim, futbolla kafamı dağıtayım" diye yayıncı kuruluşa parasıyla üye olup ekran başına geçiyor.

Yine hayal kırıklığı! Takımlar kötü, yayıncı kuruluşun yayınları ve spikerleri daha da kötü.

Milyonlarca eurolar harcanarak kurulan takımlar insanları futboldan soğutmak için el ele vermişler sanki.

Orta yapamayan, yanındakine pas veremeyen, bomboş durumda şut çekip de topu havadaki kargalara yollayan, her biri "Ben nasıl karşımdakinden daha kötü oynarım" diğe uğraşan sözüm ona yıldızlar ordusu!

Başlarında da kendilerinden başka herkesi, başta da hakemleri suçlayan teknik direktörleri var.

Lütfen seyirci yok da onun için böyle diye gerekçe uydurmayın. İngiltere'de de yok seyirci, Almanya'da da, İtalya'da da... Bir de oradaki maçları izleyin de görün farkı.

Ya yayıncı kuruluşa ne demeli?

Maç yayınları felaket, spikerleri daha da felaket. Programları da rezalet!

Bir takımın teknik direktörü "x teknik direktör" deyip de sonra özür dileyeni mi ararsınız, futbolcuların adını sürekli karıştıranı mı ararsınız, sesini değiştirip, boğuk boğuk konuşanı mı ararsınız, tuhaf tuhaf yorumlar yapanı mı ararsınız... Hepsi bir arada.

Habercilikleri zaten yok! Muhabirleri süslü, püslü! Jöleli saçlı, süslü, püslüler ama ne muhabirlik biliyorlar, ne de neyin haber olduğundan haberleri var! Maç oynanırken arkada yangın çıksa görmeyecekler neredeyse! Bir kuruluş özenle seçse bu kadarını yapabilirdi ancak; nasıl kötü bir kadro kurarım diye...

Sakın bu ülkede bu işi bilen var mı ki; demeyin! O kuruluşun adı Lig TV'yken nasıldı; bir hatırlayın! O kuruluşu 1 milyar dolarlık bir marka değerine ulaştırmıştı o zamanın ekibi... Şimdikiyle kesinlikle kıyaslamayın!

Özetle... Salgın günlerinde her şey bir felaket! Oysa dönen paralar o kadar büyük ki... Büyüye büyüye kulüpler gırtlağına kadar borca gömüldü ama çapsız yöneticilerin elinde batağa doğru ilerliyor.

Yayıncı kuruluş da abonelerinden topladığı paraların hakkını asla vermiyor.

Yöneticiler... Futbolcular... Hakemler... Federasyon... Yayıncı kuruluş... Hepsi el ele vermiş, futbolu seven insanlara eziyet ediyor.

Deveye sormuşlar;

- Boynun neden eğri?

O da;

- Nerem doğru ki; demiş!

Böyle giderse salgın bitse bile ne tribünler seyirci bulacak, ne de yayıncı kuruluş abone!