Sanat, hayatı çekilir, yaşanası bir hale getirir. Tüm insanların neredeyse ortak görüşüdür bu. Sanatın çeşitli dalları, kolları var elbette. Sahne sanatları, salon sanatları, meydan sanatları, perde ve ekran sanatları var. Bir de çoğumuzun yaptığı yazma ve el sanatı. İşte şimdi bu tasnifimi çok garipsediğinizi biliyorum. Kılasik tasnif müstemleke zihniyetiyle pilastik sanatlar, beşinci sanat, edebi sanat, sinema, tiyatro, yontma diye tasnif ediliyor. Nedense insan beyni kalıpları kullanmayı daha çok tercih ediyor. Ama çalışan beyinler, düşünen kafalar bunun illa da böyle olması gerekmediğinin farkına varıyor.

Tarihe damgasını vurarak toza toprağa karışmış, eskiye dair bilimin konusu haline gelmiş milletler, medeniyetler, toplumlar vardır. O milletlerin yaşadığı bölgelerde yaşamaya başlamış yeni toplumlar kimi zaman kazılar yaptırarak, o eski medeniyetlere ait kalıntıları ortaya çıkarıyorlar.

O kalıntıların etrafı çitlerle çevriliyor, insanlar yaklaştırılmıyor, yalnızca uzaktan bakmalarına izin veriliyor. Görünen bu manzaraya asla aldanmamak gerek. Dünya siyaseti, başka milletlerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının tespiti ve ülke dışına çıkarılma faaliyetleri bu örtü içinde gerçekleşiyor. Bu kalıntıları ortaya çıkarmak zaman ve büyük paralara mal olduğu için başka ülkelerden destek alınması kaçınılmaz. Destek alınan o ülkeler bu tür çalışmaları fırsat biliyorlar. Uzman kişi olarak gönderdikleri insan gücüyle, yalnızca kazı faaliyetlerinin değil, aynı zamanda gece hayatı ile şehir ve toplum istihbaratının da peşinde koşuluyor.

Sanat, güzel arayışı. Hikmeti, sırrı ararsanız felsefe yapmış olursunuz, güzeli ararsanız felsefenin bir kolu olan güzellik felsefesiyle meşgul olursunuz. Tüm sanat dalları güzellik felsefesinin konularıdır. Felsefe beyinle, ama çalıştırılan bir beyinle yapılır. Beynin çalıştırılabilmesi de duyumlar, algılar, küçük bilgi parçacıklarıyla mümkün. Benzerleri, benzemezleri ayırmayan, tasnif etmeyen, parçaları birbiriyle kıyaslamayan beyin yeni bir düşünce üretemez.

Güzel- güzellik felsefesinin konusu olan sanat her dalıyla hayatı yaşanır kıvama getirebildiği gibi bir uyuşturucu, toplumsal uyutucu da olabilir. Genellikle az gelişmiş, ya da zor gelişen ülkelerde yaşayan milletler için sanat gerçekten de bir toplu uyutma oturumu haline gelebiliyor.

Belli konular etrafında düşünüyor, tekrarlar içinde yuvarlanıyorsa toplum ve insanlar, işte orada saat uyuşturucu görevi yapıyor demektir. Devletin, halk destekli yönetimi olan belediyeler, tek ya da iki siyasi görüşün mensupları tarafından ele geçirildiğinde sanat ve kültür adına yapılan faaliyetler tekelleşmiş, tek kalıba dökülmüş, toplumu sınırlayan özelliğini kazanmış demektir. İstanbul misal gösterilirse kültür sanat faaliyetleri adına yapılan tüm çalışmalar bir dar bir geniş iki çember içinde yürüyüp gidiyor.

Ama nereye gidiyor derseniz, kıyamete gidiyor. Solun 8, sağın 12 konusu var. Tüm insanlar bu 12 konu etrafında şartlanıyor, düşünüyor, tekrar tekrar aynı sonuçları üretiyorlar. Bir de kişi bakımından sağın 50, solun 100 adamı var. Tüm faaliyetler bu belli sayıda adamın ve belli sayıda konunun tekelinde. Düşünmek gerek.

 Yeni bir değer üretmeyen hiçbir medeniyet yaşamını sürdüremez. Ölü medeniyetler, kimse tarafından öldürülmüş değildir. Değer üretecek yeteneğini kaybettiği için kendiliğinden ölmüş ve tarihe bir im olarak geçmiştir.