40 yıllık dostun, Bab-ı Ali'nin ulu çınarının, bir ağabeyin, ardından duyguları yazıya dökmek sanıldığı kadar kolay olmuyor...

Bir yumruk sokulmuş gibi boğazına sesin çıkmıyor. ..

Felç olmuşsun gibi parmakların klavyeye dokunamıyor...

Bir satır yazıyorsun, gözlerin yaşla, kalbin hüzünle doluyor..

Yıllarca beraber geçirdiğin günler, geliyor aklına.

Şen kahkahaları mazide çınlıyor...

Anlattığı anıları geliyor gözünün önüne...

Birlikte geçirilen günler, haber yorumlayışı, geçmişten örnekler verişi, her sabah odama girip takılmaları, beynimin kıvrımlarında tekrar tekrar canlanıyor.

Bir de hastaneye yatmadan önceki son sözünü: KORKUYORUM...

Evet, Orhan Babamız da bizi terketti...

Tıpkı 4 yıl evvel Zeki Babamızın terkettiği gibi...

BİR DOSTUN YARASI...

HEP böyle veriyorlar acı haberleri..

Telefon çalıyor, donuk bir sesle.

Her şeyi anlatıyor o sesin rengi aslında.

Ama inanmak istemiyorsunuz..

Doğru olmama ihtimaline sarılıyor ve sağı-solu arıyorsunuz.

''Doğru mu'', diyorsunuz?

Biliyorsunuz aslında doğru olduğunu.

Acı haberler hep doğru çıkıyor çünkü.

Gecenin bir saatinde telefonumun zili acı acı çalıyor.

Karşıdaki Yazıişleri Müdürümüz Mehmet Müftüoğlu...

Boğuk bir sesle haber veriyor, ''Tarık Ağabey; Orhan Ağabey'i kaybettik...''

İkimiz de susuyoruz, konuşamıyoruz...

Ne konuşulur ki böyle bir anda...

Sadece ikimizin de ağzından ''Allah rahmet etsin... Mekanı Cennet olsun'' ifadeleri dökülüyor.

Evet...

Hiç beklemediğimiz bir anda Orhan Tahsin Ağabeyimizi kaybettik.

Ölüm hangi sözcüklerle anlatılır; ya da sözcükler yeterli midir ölümü anlatmaya?

Allah'ın sevdiklerini erken aldığından mıdır bilmem, sen de bütün iyi insanlar gibi erken gittin.

Var mıydı böyle erken bırakıp gitmek, dönmemek var mıydı anlaşmamızda, var mıydı ha?

İşte gittin.

Sessizce ve anlamsızca...

''Ölüm ne kadar kolaymış meğer '' deyişini duyar gibiyim.

Ama gel de bir de bize sor kolay mı, zor mu olduğunu...

ÖLÜM SANA YAKIŞMADI BE ÜSTAD..

BU duygularla şiirler geliyor dilimin ucuna ama parça parça.

Hıçkırıklar boğazımda düğümleniyor.. Söyleyemiyorum.

Sadece beynime yazıyorum: Ölüm sana yakışmadı be üstad...

Dinamit ile doldursalardı,

Bu kadar parçalanmazdı yüreğim.

Demek şimdi sen de gittin ha?

Uzak diyarlara, bilinmezlik âlemine daldın,

arkana bakmadan gittin!

Ne o?

Yoksa geri dönmeyecek misin?

Beni bu kahpe dünyada,

tek başıma, yapayalnız bırakacaksın öyle mi?

Vay ben, seni ne de çok sevmişim...

Demek şimdi sen de ayrılık ateşini,

gönlüme verip gittin ha?

Bu âlemde beni tek başıma bırakıp

arkana bakmadan,

Bir haber bırakmadan gittin öyle mi?

Şimdi şu olmaz olası dünyada,

Sen ayrı diyarda ben ayrı diyarda,

Oy, ne de çok sevmişim seni...

Seher vaktinin güneşi özlediği gibi

Seni her bakışımda arar olmuşum,

Demek artık sen de sustun ha?

Ve bir daha geri dönmeyeceksin öyle mi?

Dilinde hep veda havası vardı, saçlarında kar

Şimdi saat sensizlik değil mi be üstad

Beynini kemiren, nasıl bir insafsızdır ki

Yetim bırakır lügatını

Hangi ayrılığın hediyesi senin kadar yakar

gidişin kadar sızlar

Demek sen de gittin ha üstad...

Kavganın çiçeği solmaz mı şimdi

ölüm sana hiç yakışmadı...

'İşte gidiyorum' diye diye

gittin be üstad

İstanbul çöktü şakaklarıma...

Bırakıp gittin bizi.

Seni unuttuk sanma.

Zaman alışmayı öğretir belki ama.

Unutmayı asla ...

Ruhun şad, mekanın cennet olsun,sevgili ağabeyim, sevgili dostum...