Sibel İpekçi"ye "Başınız sağ olsun.." dediğimde    

Terörün sokaklarda kol gezdiği, toplumda kutuplaşmanın adeta tavan yapmış olduğu 1980 öncesi çetrefilli dönem... Gazetenin haber merkezinde nöbetçiyim Tarih; 1 Şubat 1979 Saat 19.30 sıraları  Emniyet asayiş şube ekipler amiri Ö.A" nın telsiz anonsları gecenin sessizliğini yırtıyor.

Harbiye Mektep caddesinde( şimdi, Abdi İpekçi caddesi) silah sesleri geldiği ihbarı üzerine bölgedeki  yakın ekipleri sevk ediyor.. Aradan on dakika kadar bir süre geçtikten sonra Ö.A "nın yeni anonslarından Abdi İpekçi"nin silahlı saldırıya uğradığını ve yaralı olarak Şişli Etfal Hastanesi'ne kaldırılmış olduğunu öğreniyorum.

Hiç vakit kaybetmeden olay yerine hareket ediyorum. Bu arada meslektaşım rahmetli İ.Ü'yü de telefonla evinden arayıp haber vermeyi de ihmal etmiyorum. Kısa bir süre sonra olay yerindeyim. Abdi Bey"in yeşil renkli olan iki kapılı olan spor arabasının sol ön tekerleği kaldırıma çıkmış durumda.

Saldırı sırasında direksiyon hakimiyetini kaybetmiş olma ihtimali kuvvetli. Aracın kaldırımdaki trafik levhasına çarparak durabildiği anlaşılıyor. Sol ön camda mermi delikleri var... Yakın mesafeden ateş edildiği intibaı veriyor. Olay yerindeki görüntüleri toparladıktan sonra hemen hastaneye geçiyorum... Acil serviste sessizlik hakim...

Ortalık sakin görünüyor... Giriş kapısının sol tarafında Sibel İpekçi, yanında da rahmetli gazeteci Leyla Umar oturuyor. Hiç kimse konuşmuyor... Abdi Bey"in ameliyatta olduğu söyleniyor...Oradaki bütün görevliler söz birliği etmiş gibi, hepsi  aynı şeyi söylüyor; "Ameliyatta..."  Acil serviste bir tek ameliyathane var. Yavaşça o tarafa sızıyorum. İçeride kimseler yok. Önceden tanımış olduğum ameliyathane görevlisine sessizce durumu soruyorum.

Yutkunup hüzünlü bir ifade ile gözleriyle merdivenleri, yani aşağı tarafı işaret ediyor. Ateş düşüyor yüreğime. İnanmak istemiyorum. O sırada meslektaşım İ.Ü beliriyor karşımda. Evinden kalkıp gelmiş... Onun kulağına eğilip sessizce morga girip görüntü almayı düşündüğümü söylüyorum.

Başıyla onaylıyor. Merdivenlerden acil servisin bodrumundaki morga iniyorum. Kasap dükkanlarındaki büyük buzdolabını andıran kapı arkamdan kapanıyor... İçerisi zifiri karanlık. Flaş ışığı ile Abdi Bey"in cenazesini tespit ederek görüntü alıyorum...

 Birkaç dakika içinde işim bitiyor ama kapı kapalı. İçeriden bu  kapıyı açmak  mümkün değil...Çıkabilmek için kapıyı yumrukluyorum  ama nafile ...Sesimi duyan yok...Zaman  geçiyor,ne gelen var  ne giden...Biraz  daha  içeride kalırsam donabileceğimi düşünüyorum...

Yaklaşık yarım saat kadar sonra birden kapı açılıyor... Dönemin İstanbul valisi olan İhsan Tekin ve o sırada asayiş şube müdürü olan Sadettin Tantan adeta kapıya yapışmış vaziyette donmak üzere olan beni görünce şaşkınlık içinde irkiliyorlar. Tantan, şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra soruyor;" Ne işin var senin burada?" Görüntü aldığım sırada arkamdan kapının kapandığını belirtiyorum.

Onlar inceleme yapmak üzere morga girerken ben çıkıyorum.  Merdivenlerden yukarı çıkıp koridora yöneldiğim sırada beni gören Sibel İpekçi heyecanla birden ayağa kalkarak soruyor; "Abdi"nin durumu nasıl?" Sanki soluğum kesilmiş, nutkum tutulmuştu, ne diyeceğimi bilemiyordum...  

Konuşacak durumda değildim... Sadece;  "Başınız sağolsun..." diyebildiğimi hatırlıyorum. İşte o anda rahmetli Leyla Abla"nın (Umar) hışmına uğradım. Abdi Bey"in vefat etmiş olduğunu Sibel Hanım"a belli etmiş olmama çok bozulmuştu. Üzüntüsünün etkisiyle bütün kızgınlığını o anda üzerime boca etmişti. Her ikisini de rahmetle, saygıyla sevgiyle anıyoruz.