YAZAR Oktay Akbal'ın 1946'da yazdığı ve o devri anlatan kitabının adı 'Önce Ekmekler Bozuldu' idi. AKP'nin iktidara gelmesi ile de Türkiye'nin düzeni bozuldu.

AKP 2002'de iktidara geldiğinde 'gizli gündemi' olduğuna dair kamuoyunda tartışma başlamıştı.

Başbakan Erdoğan ve hükümet sözcüleri her ne kadar yalanlasa da, 7 yıllık iktidar sürecinde yaşananlar AKP'nin 'gizli gündemi'nin olduğu ortaya koyuyor.

Türkiye, ''açılım'' tartışmalarına kilitlenirken önemli bir konu unutuldu.

Kadrolaşma, devletin tüm kurumlarını AKP'lileştirme; derken sıra yargıya da geldi.

DEVLET BENİM ANLAYIŞI...

AKP'ye verilen oylar bu ülkeyi iyi yönetmesi içindi. Diktatörlük kurması için değil. ''Devlet benim'' anlayaşı için hiç değil.

'Devlet' kelimesinin 'Belirli bir toprak üzerinde hükümeti ve istiklâli olan siyasî bir topluluk' mânâsı yanında, 'saadet, baht, ikbâl' anlamı da bulunmaktadır.

Devletin; Türkçemizin eski devresindeki karşılığı 'kut'tur.

Kut kelimesinde de 'saadet, baht' mânâsı mevcuttur.

Bu kelimeden doğmuş olan 'kutlu olsun, kutlulamak, kutlamak' gibi sözler bugün de kullanılıyor.

Kutadgu Bilig 'kutlu olma bilgisi' demektir.

11. asır müelliflerinden Yusuf Has Hacib, bu adı taşıyan eseriyle millet ve fert olarak 'kutlu olma, devletli olma'nın yollarını öğretmektedir.

Türkler devlete, kelime manasıyla bile, mukaddeslik izafe etmişlerdir.

Devlete karşı yapılması gereken vazifelerdeki aksamalar hoş görülmemiş; devletin varlığını ortadan kaldırmaya yönelmiş hareketler ise asla affedilmemiştir.

Ancak AKP ve Erdoğan'ın devlet anlaşıyı ise giderek tehlikeli mecralara taşınıyor

PARMAK DEMOKRASİSİ...

SON gelinen nokta da bunun işaretidir. ''Biz yüzde 38'iz... Öyle ise her kurum bizim yaptıklarımızı kabul etmek zorundadır'' anlayışı sürüyor.

Türkiye'nin bunca derdi varken tartışılan konulara bir bakın.

Ve gelinen noktayı görmeye de ille de büyüteç gerekmiyor.

Ülkede bugün 'Parmak demokrasisi' mevcut.

Gündeme getirilen yasalara, halk ve muhalefet partileri ne kadar karşı olursa olsun; parmak kalktığı zaman kanunlar geçiriliyor, sonunda da olan Türk halkına oluyor. Demokrasiyi basit bir matematiğe, hatta ondan da basit "parmak hesabına" indirgemiş bir anlayış var.

Tabii, her kanun da Çankaya'da ''şak'' diye onaylanınca AKP'nin önünde engel kalmıyor. Önünde bir Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Anayasa Mahkemesi var, sıra ona da geliyor...

HER ŞEYİN BİR SINIRI VAR...

PARLAMENTER rejimlerde seçimle Meclis koltuğuna oturan şahsiyetler o koltuğun hakkını, kendilerini seçen halkı sahiplenme ve savunma uğraşıları neticesinde verirler. Ancak bu hak sınırsız değildir.

''Ben tek başıma iktidarım, istediğimi yaparım'' anlayışı artık tarih oldu.

Sırf halk tarafından seçildiği için memleketin her türlü ekonomik ve siyasi faaliyetini keyfi olarak değiştirebilecek sınırsız bir çoğunluk hükûmeti her şeye kadir değildir...

Öyle olursa, demokrasinin sınırları ancak en güçlünün izin verdiği faaliyet alanlarıyla çizilmiş olacaktır.

O zaman tam bir diktatörlükle karşılaşırız.

BU RÜYA HAYRA ALAMET DEĞİL

İKTİDARIN son hesabı ise belli... Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini Meclis'e seçtirmek.

Muhalefet karşı çıksa da önce HSYK'yı, bilahere Anayasa Mahkemesi'ni kontrol altına almanın yolları aranıyor. TRT'de, RTÜK'te, YÖK'te olduğu gibi kendi yandaşı kişileri 'Yargı''nın da başına oturttuklarında kare tamamlanacak

Başbakan ''Daha her istediğimi konuşamıyorum... Ama zamanı gelecek ve o zaman biz de her istediğimizi konuşacağız'' diyor. Bunda neleri kastettiği açıktır. Başbakan aslında ''Diğer kurumları ele geçirdik. Ancak yargıyı ele geçiremedik, onu da hallettik mi değmeyin keyfime'' hayalleri kuruyor.

O zaman ''egemenlik kayıtsız şartsız AKP'nindir'', yani başbakanındır.

Yeni düzenleme taslağıyla yapılmak istenen, yargıyı tümden ele geçirmek, şimdiye kadar yapamadıklarını ve kendilerine karşı yapıldıklarını sandıklarının öcünü almaktır. Ama bu hayali kuranların tarihteki sonlarının ne olduğunu da tarih kitaplarına bakarlarsa görürler. Bizden hatırlatması.