‘’Benim ol aşk bahrisi denizler hayran
bana

Derya benim katremdir denizler
umman
bana Aşk dilin bilmeyen ya delidir ya
dehri
Ben kuşdilin bilirim söyler Süleyman
bana’’
Aşkın adı, adına âlemlerin yaratıldığı
âşık olunasıya fe≠lek hazırlanırken,
ebabil kuşunun ayağındaki taştı bir
zaman.
Aşka ağlamaksa, ‘’Levlâke
levlâke lemâ hâlâktü’l-eflak’ın sırrına
erebilmekti.’’
İbrahim’e sevgili kucağını açan ateşin
adıydı Harran’da aşk.
Yakan hırkasını çıkarıp soğuk ve
serin rüzgârını kuşanan ateşin adı.
Bir damlanın zerresiydi karıncanın
ağzında aşkın adı.
İçimde kalıp beni de yakmadan
sevgilinin yokluğuna, bir damla sevgi de
benden olsun,
bu aşkta ben de varım çırpınışıydı
aşkın adı.
Tarafını belli etmekti aşk, ateşe
rağmen.
Kaybetmeyi göze almaktı aşk ile...
Kuyuda yazgısını beklemekti aşk,
Tûr-i Sina’da bayılmak.
Denize Yunusça dalmak, bir ömür
Yusuf’una ağlamaktı.
Hira’da kalmak,Taif’te taşlanmaktı
aşk... Eli boş gitmemekti gönül
dergâhına; düşünmekti, akledip
fikretmekti boş gidilmeyeceğini. Dilinde
şiirler taşımaktı aşkın adı besmeleyle
başlayan.
Heybesinde taneler taşımak...
Sahip olduğundan verebilmekti
utanmadan. Resule kulak verip
‘Elindekini fakirliğinden dolayı
vermeye utanan fakire yazıklar olsun’u
düşünerek. Gönlünden topladığı alıçları
aşk dilendiği veliye sunabilmekti.
Aşkın adı, sevgiliye varmanın
umurunu taşımaktı.
Hem dün, hem bugün, hem yarın
ona endişelenebilmekti.
Yunuslar içinde Yunus’u bulmak,
Yunus’un içinde dervişi bulmaktı aşkın
adı. Yananla yakanı yan yana haşredip
yandım da kandım, yandıkça dondum,
yandım da oldum... Diyebilmekti.
İçine düştüğü kaynar kazanı buza
çevirmekti aşk.
Aşkı tarif etmede en güzeliyse yine
aşktı. Ve nihayet, yananla yakan yan
yana haşr olunca bir derviş, dervişten
“gözyaşı”, gözyaşından “aşk” kaldı.
Gerideyse ne bir Yunus, ne bir
Taptuk, iki Emre’den “Aşka Ağlayan
Derviş” kaldı. Susalım söz onda
güzelleşsin. İçimize bir ruh katsın,
aklımız aydınlansın. Aşksız geçen
ömrümüze yazıklar katsın.
Aşk için, aşk ile gözümüzden bir
damla akıtsın da çorak gönlümüz aşk
ile yeşersin. Söz senin, ey gönlünde taht
kuran şahını kendi dilince çağıran!
Sıra senin, ey aşk pınarından içip
nefesi bal ve şekere benzeyen!
Kelam senin, ey kelimeleri mü’mine
deva, münkire yılan zehri olan!
Sen varken sözde ve özde bize
susmak ve seni dinlemek düşer.
Hep sen konuş biz susalım; sen söyle
biz dinleyelim.
“Söyle ey Yunus, şevkimiz vardır”
demişti Taptuk Emre, “Söyle de aşksız
gönüllerimiz aşk ile dolsun. Aşk
denizine daldır da ruhlarımızı kıyama
kaldır.” Söyledi Yunus. Söyledi... Sesler
kesildi. Diller sustu...