Zekeriya Alp, küçüklüğümde kahramanlarımdandı. O Vedat Okyarlı, Sanlı Sarialioğlulu, Sabri Dinolu kadrolu Beşiktaş'ın fotoğrafı evdeki kendime ait bölümde başköşede dururdu.

Yıllar geçti, gazeteciliğe adım attım, Beşiktaş muhabiri oldum.

Kendimi Zekeriya abinin karşısında buldum.

Süleyman Seba başkandı, kurmayları da Zekeriya abiyle Metin abiydi (Keçeli).

Onlarla yakınlaştıkça dua ettim kendi kendime; "Yarabbi ben ne şanslıymışım. Böylesine insanlarla tanışma, birlikte olma, ders alma şansına eriştim" diye.

Küçüklüğümün kahramanı adamlığın da tarifiydi. Tıpkı Süleyman abiyle Metin abi gibi.

Onlardan çok şey öğrendim.

Hayata bakışım değişti.

Dürüstlük ne demektir, söz vermenin anlamı nedir, işle dostluğu ayırmak nasıl olur, sır nasıl tutulur?

Kişiliğime yön verdiler. İnanın bana iki üniversite okusaydım onlardan aldığım adamlık derslerini öğrenemezdim.

Şimdi bakıyorum da her yenilen "büyük" takıma... Hemen başlıyorlar çatık kaşlı adamlar sert açıklamalar yapmaya:

- MHK Başkanı Zekeriya Alp istifa etmeli!
- Niye?
- Şu hakem bizi doğradı, falanca hakem penaltımızı atladı!

Yenince ses yok. Yenilince bağıran çok. Artık bunlara herkesin karnı tok.

Evet; Zekeriya Alp Beşiktaşlıdır. Hem de çok iyi bir Beşiktaşlı.

Ama görevinin başındayken Zekeriya Alp sonuna kadar tarafsızdır.

Hele de söz ağzından çıktığında... Artık onun kölesidir, geri adım atması imkansızdır.

MHK'nin başına gelirken "Artık her kulübe eşit mesafedeyim" diye söz vermedi mi? Aksinin düşünülmesi imkansızdır.

Bunu nereden biliyorsun; diyorsanız... Yaşadıklarım kanıtımdır.

Bakın; Faik Gürses'le birlikte kaleme aldığımız "Süleyman Seba, eski dostlar, anılar" kitabında Zekeriya Alp'le ilgili bir bölümü aktarayım size... Verdiği bir söz yüzünden genç bir futbolcuyken tanıştığı, abi kardeş veya baba oğul gibi yakınlaştığı, yıllarca yanında yöneticilik yaptığı, sırlarını sakladığı, ricasını emir olarak kabul ettiği Süleyman Seba'yı bile verdiği bir sözden geri dönmeyerek nasıl geri çevirdiğini anlatayım. Ya da ben değil, kendisi anlatsın Zekeriya abi. Onun anlattığı şekilde aynen aktarıyorum: 

Beşiktaş yönetiminde değildim artık, yıl 1997.

Türkiye Futbol Federasyonu seçimi vardı o yıl ve Alp Yalman da başkanlığa adaydı. Beni aradı, listesinde yer almamı istedi. Ben de kendisini eskiden beri tanırım, teklifini kabul ettim. Diğer aday ise Profesör Doktor Kaya Çilingiroğlu'ydu.
Seçimden 2 gün önceydi. Ankara'ya gitmek için havalimanında buluştuk. Turgay Şeren de var yanımızda. Telefonum çaldı, açtım.

Karşımdaki Süleyman abiydi;

- Bana bak Zekeriya, dedi; neredesin?
- Ankara'ya gidiyorum abi, dedim; havalimanındayım.
- Niye? Seçim için mi gidiyorsun?
- Evet abi!
- İyi güzel! Biz kulüp olarak karar verdik. Sen Kaya Çilingiroğlu'nun listesindesin. 

Çok şaşırmıştım. Beni şimdiye kadar kulüpten ne arayan olmuştu, ne soran! Bu da nereden çıkmıştı birden bire? Kısa süren bir sessizliğin ardından;

- Abi, dedim; nasıl olur? Ben bir hafta önce Alp Yalman'a söz verdim. Onun listesindeyim. Nasıl döneyim?
- İyi de kardeşim, biz öyle karar verdik!
- Abi biz öyle karar verdik diyorsun ama... Beşiktaş'ın 6 delegesi var TFF seçimleri için, ben o listede değilim ki? Yani ben

Beşiktaş'ın delegesi değilim! Ben milli futbolcu olduğum için delegeyim. Kulüp 6 delegesine doğal olarak talimat verir, onu destekle, buna oy ver diye de... Ben o listede değilim ki!
- Yani!
- Abi ben söz verdim bir kere, sözümden dönemem. Alp beyin listesindeyim. Kusura bakma lütfen!

Çok kızmış olmalı ki çat diye telefonu kapattı.

TFF seçiminde 1 veya 2 kişi imza atmadığı için çoğunluk sağlanamadı ve seçim olmadı. Olsaydı Alp Yalman kazanacaktı.
Ancak buna rağmen kızdı bana. Bir süre küs kaldık. Ne arıyor, ne soruyor! Onda Abaza inadı varsa bende de Arnavut inadı var!
Sonra Almanya'da Beşiktaş'ın bir maçı vardı; Bayern Münih'le. Ben de oradayım; takımın otelinde. Baktım kapıdan içeri Süleyman abi girdi. Erol Kaynar'la birlikte arabayla gelmiş. Lobide bütün gazeteciler var. Geldi, herkesle tokalaştı. Ben de ayağa kalktım, benimle de tokalaştı. Ama benimle tokalaşırken başka yere bakıyor! Bu bana öyle koydu ki; çok üzüldüm! Süleyman abinin huyudur, kızdığı küstüğü adamlarla tokalaşırken başka yere bakar. Sabaha kadar uyuyamadım!

Ama küslüğümüz çok daha uzun sürmedi. Bir süre sonra barıştık.

1992 yılında bitti Beşiktaş'taki yöneticilik hayatım.

Ama onunla olan ilişkimiz asla bitmedi. Yine görüştük. Aynı masada oturduk. Yedik, içtik! Güldük, eğlendik! Zaman zaman da üzüldük. Kopmadık hiç birbirimizden.

Hastalığı sırasında da yalnız bırakmamaya çalıştım. Ölümünden kısa süre önce bir pazar sabahıydı; içimden bir ses "Zekeriya, Süleyman abine git" dedi. Eşime söyledim, daha geçen hafta gittiğimi hatırlattı bana. "Olsun" dedim, "Gideceğim."

Gittim odasında yatıyordu. Elimi tuttu, bırakmadı. Eski bir hakem arkadaşımız da gelmişti onu ziyarete. "Aşağıya inelim de birer kahve içelim" dedi ama, Süleyman abi bırakmadı elimi. Gözlerimin içine baktı, gitmedim. Saatlerce oturdum yanında.

O bakış var ya o bakış... Hayatım boyunca unutmam, unutamam. Çok duygulandım. Neredeyse ağlayacaktım.

Süleyman abi sonsuzluğa gittiğinde boşlukta gibi hissettim kendimi. Bırakıp gitti bizi. Gitti gitmesine de... Aslında hala hayatta gibi geliyor bana. Sanki telefonum çalacak da beni çağıracak gibi...

Süleyman abiden çok şey öğrendim ben. En önemlisi dürüstlüğü öğrendim. Adam gibi duruş nedir, onu öğrendim. 
Öyle hissediyorum ki; bulutların üzerinden bir yerlerden hala görüyor, izliyor bizi. Sesi de kulaklarımda;

- Zekeriya, diyor; ne gerek vardı oğlum bunları böyle şey etmeye!

Ettim işte abi, ettim!

Sensiz bu dünyada öyle bir boşluk var ki! Herkes bilsin istedim.

Işıklar içinde uyu Süleyman abi; ben seni çok sevdim.

Şimdi;

Zekeriya Alp'in şöhrete ihticayı var mı; yok! Hem futbolcu, hem yönetici, hem futbol adamı olarak zaten gittiği her yerde tanınıyordu.

Zekeriya Alp'in paraya ihtiyacı var mı; yok! Kendi işi var; branşında Türkiye'nin sayılı kuruluşlarından biri. Varlıklı da sayılır. Zaten

MHK'de görevi kabul ederken de para almayacağını açıklamıştı.

Zekeriya Alp'in eşe dosta ihtiyacı var mı; yok! Zaten dünya kadar arkadaşı, dostu, kardeşi var. Aslında bu görevi nedeniyle onlara ve kendine de fazla zaman ayıramıyor.

O zaman...

İddialarınız doğruysa... Zekeriya Alp hakemlere "Şu takımın golünü verme, şuna penaltı çal, ofsaytı atla, VAR'a bakma" gibi talimatlar yağdırıyorsa... (Ki bunlar oldukça komik iddialar) Neden yapsın ki bunu?

Ne geçecek eline...

MHK başkanlığı görevini kabul ettiğinde kendisini aramıştım;

- Zekeriya abi... Ne gerek var dertsiz başına dert alıyorsun? Senin gibi bir adama bile neler söyler bunlar. Boş ver keyfine

baksana, demiştim.

O ise yine bir ders vererek cevaplamıştı beni;

- Olur mu Gürel? Bu ülke için bir şey yapmamız isteniyorsa, bir görev veriliyorsa keyfe meyfe bakılmaz. İstiyorlarsa demek ki ihtiyaç var. 

Bir gün Fenerbahçelisi... Bir gün Galatasaraylısı... Bir gün Trabzonsporlusu... Bir gün Beşiktaşlısı... 

Şimdi o Zekeriya abiyi istifaya çağırıyorsunuz öyle mi?

Açık söyliyeyim; ben olsam "Ne haliniz varsa görün" derim, çeker giderim.

Ama o ben değil. O Zekeriya Alp. 

Onu suçlayanda onun kadar çap gerekir çap!

Dua edin de bir anlık sinirine kapılıp çekip gitmesin. Sonra çok ararsınız. 

Gündüz vakti elinde fenerle gezen Diyojen'e dönersiniz; adam aramaktan.

Belki birini bulursunuz ama... Bir tane daha Zekeriya Alp'i asla bulamazsınız.