Hayatımda gördüğüm en kalabalık cenaze törenlerinden birine 13 Ağustos 2014'te şahit oldum ben.

Beşiktaş'ın efsane başkanı Süleyman Seba'nın son yolculuğuna uğurlanış töreniydi bu.

Hayatını geçirdiği Akaretler'deki sonradan Süleyman Seba Caddesi olarak ismi değiştirilen Spor Caddesi'nde iğne atsan yere düşmezdi!

İnönü Stadı'ndaki törende de öyle...

Sadece kalabalık olması değildi bu cenaze töreninin özelliği. Katılanların çeşitliliği idi.

Doğal olarak Beşiktaşlılar vardı elbette ama...

Galatasaraylılar da vardı, Fenerbahçeliler de...

Trabzonsporlular da vardı, Bursasporlular da...

Hemen her takımdan kişiler, tanınmış isimler oradaydı.

Spor dünyası oradaydı, siyaset ve sanat dünyası da...

Akaretler'de çöp kutularından kağıt toplayan çocuklardan tutun da ülkenin en önemli iş adamları da...

Demek ki sadece benim ve etrafındakilerden benim tanıdığım sayılı insanlarda iz bırakmamıştı Seba...

Bir kez bile görüştüğü kişilerde de derin etki yaratmış olmalıydı.

Faal olarak başkanlık yaparken de, başkanlığı bıraktıktan sonra da birleştirmeye çalışırdı her kesimi; cenazesinde de birleştirmesi büyük adamlığının kanıtıydı.

Cebinde taşısa da hep Necip Fazıl’ın şu iki mısrasını;

“Cenazemde olmasın çelengim, top arabam

Tabutumu taşısın dört tam inanmış adam.”

Onbinlerin omuzlarında taşınmıştı tabutu gözyaşlarıyla...

Peki nasıl olmuştu bu?

Elbette ki Süleyman Seba'yı Süleyman Seba yapan sadece sahalarda alınan sonuçlar, kupalar değildi.

Yaşam tarzıydı.

Olaylara bakış açısıydı.

Efendiliğiydi.

Otoriterliğiydi.

Otoriterlik derken... Öyle asık suratla gezerek, ona buna posta koyup, bağırıp çağırarak kurulan otoriterlik değildi bu.

Bazen tek kelime etmeden bakışlarıyla anlatırdı ne demek istediğini... Enteresandır, bakışlarına bakan anlardı da ne istediğini.

Ondaki "Beşiktaşlı duruşuydu" herkesi etkileyen.

Beşiktaş'a Gordon Milne'i getirdiği zaman kılpayı kaçırılan şampiyonluklar vardı; şu teşvik primi olaylarının sıkça yaşandığı yıllarda... Fatura Milne kesilmek istenmiş, gönderilmesi için kampanyalar düzenlenmişti. O karşı durdu, ikinciliklere laf geldiği zaman da tarihe geçen şu sözü söyledi:

"Şerefli ikincilikler şerefsiz şampiyonluklardan daha iyidir."

Eğer girseydi o da ö dönemlerde teşvik primi gibi yollara... 5 değil 10 olurdu şampiyonluk sayısı.

Ama girmedi, dürüstlüğü, adamlığı öğretti öğrenmek isteyene...

Zaten Türkiye'de hemen her kulübün kongresinde adaylar söz verirken, "Süleyman Seba gibi başkan olacağız" diye kongre üyelerine... Onun adamlığıydı hedeflenen; kupalar değil.

"İyi adam olunmadan iyi Beşiktaşlı olunmaz" lafı da onundu. Beşiktaşlı olmanın ilk şartıydı bu.

"Beşiktaş'a iyilik yapmak istiyorsanız kimsenin adamı olmayın Beşiktaş'ın olun" derken de ders veriyordu yine herkese...

Hele de şu sözü:

"Beşiktaş şampiyon olunsun, maç kazansın diye tutulmaz. Beşiktaşlılık bir değerler manzumesidir. Dürüstlüktür, ahlaklı olmaktır."

İşte bunlardı ona sevgi ve saygı duyulmasının nedeni.

13 Ağustos 2014 tarihinde göç etti Büyük Başkan.

O gün bugün ölümsüzler diyarında yaşıyor.

Bugün düşünüyorum da... Ne kadar şanslı bir insan olduğumu tekrar anlıyorum.

İyi ki tanımışım onu.

İyi ki "Süleyman abim" olmuş benim.

İyi ki hatalarımda kızmış, azarlamış... İyi ki olumlu işlerimle sırtımı sıvazlamış.

Dostlar sofrasında yer alan insanlardan biri olmuşum iyi ki...

Anılar biriktirmişim, tavsiyelerini dinlemişim...

İnanın şu yazdıklarımı okusa derdi ki, "Şeyi şey etmişsin sen de oğlum" der, kızardı bana.

Ama sen sensizliğin ne olduğunu sen nereden bileceksin ki Süleyman abi. Onu geride bıraktıklarına sor.

Sakın kızma!

Çünkü seni unutmak çok ama çok zor.