SURİYE'de Beşar Esad rejimi bütün uyarılara rağmen kendi halkına karşı saldırılarda sınır tanımıyor. Hama'da durum felaket boyutuna ulaştı. Deyr el-Zor, Dera, Humus ile tüm kentlerde durum farklı değil.

Ramazan ayında dünyanın gözü önünde yanıbaşımızda yaşanan bu katliamda, Türkiye'nin tutumu ise tam bir zikzak politikası.

Tıpkı Mısır ve Libya'da olduğu gibi önce övgüler yağdırılan, madalyalar alınan Arap liderleri ile şimdi köprüler atılıyor.

Sanki bu yönetimler ilk defa böyle davranıyor; ya da Türkiye'ye karşı yeni tavır takınıyorlar gibi bir tutum izleniyor.

Başbakan, "Libya'da NATO'nun ne işi var" dedi. Sonra gitti tıpış tıpış imzayı attı, NATO'nun Libya'ya müdahalesine kapı araladı.

Şimdi Libya'ya NATO bombaları yağıyor. Üstelik de İzmir ana karargah.

Hadi, Kaddafi'yi geçtik Suriye'nin yaptıkları ne çabuk unutuldu.

Ermeniler'in ayağına gidildi,dostluk mesajları verildi, şimdi onlar Ağrı'yı istiyor.

Suriye politikasının da tam bir fiyasko olduğunun işaretleri geliyor.

ABD NE DERSE O...

BAŞBAKAN Erdoğan'ın daha önceden Mısır'da meydana gelen olaylarda 'Tahrir Meydanı'nı işaret ederek, Mısır eski Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'i istifaya davet etmesi, diğer tarafta ise Suriye'deki benzer olaylar karşısında sessizliğini koruyarak, ABD Başkanı ile görüşmesinden sonra Esad rejiminin reformları süratle yapması için telkinde bulunması yeni belirsizlikleri de beraberinde getirmedi mi?

Suriye'deki olayların hemen başlangıcında Erdoğan, Dışişleri Bakanı'nı ve İstihbarat Başkanı'nı Şam'a gönderdi.

Bir ara işler düzelir gibi oldu ama bunun göz boyama olduğu da ortaya çıktı

Fakat vakit artık çok geç olmuştu.

Atı alan Üsküdar'ı değil Şam'ı bile geçmişti.

Gösteriler ve ayaklanmalar Suriye'nin her yanına yayıldı.

Başbakan Erdoğan, yıllar yılı Esad rejimi konusunda tam bir idare-i maslahatçı politika sergiledi.

2003 yılında, Irak işgalinden sonra Bush yönetiminin Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Suriye'de rejim değişikliği düşünmediklerini ancak Suriye rejiminin kendisine yeni bir çeki-düzen vermesi gerektiğini vurguluyordu.

Mayıs 2004'te ise ABD ve Fransa, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1559 sayılı kararına istinaden tüm yabancı güçlerin Lübnan topraklarını terk etmesini isteyerek adeta Suriye'ye gözdağı veriyordu.

Eski Lübnan Başbakanı Hariri'nin 14 Şubat 2005'te Beyrut'ta öldürülmesinden Suriye rejimi sorumlu tutulurken, bir anda Suriye aleyhtarı gösteriler dalga dalga bütün Lübnan'a yayılmaya başladı.

Bu gelişmeler sonrası, Esad rejimi, Lübnan'daki 30 yıllık varlığını sürdüremeyeceğini anlayarak geri çekilmek zorunda kaldı.

ABD ASKERLERİNE DUA...

STRATEJİK Golan Tepeleri'nden sonra, Lübnan'daki varlığını da kaybeden Suriye yönetimi, Türkiye ile sıcak ilişkilerini geliştirerek bir nevi yalnızlığa itilmişliğini ortadan kaldırmaya çalıştı.

İstediğini de kısa zamanda elde etti.

Suriye-Türkiye ilişkileri bir bakıma Erdoğan-Esad dostluğuna dönüştü.

Erdoğan, Şam'ı adeta su yolu yapmış, dünya basınının önüne Esad'la birlikte çıkıp tıpkı Kaddafi ile olduğu gibi 'dostluk' mesajları vermişti.

Bu durum ABD'nin de elini rahatlatmıştı.

Sözün özü Erdoğan'ın Ortadoğu politikalarının temeli ABD'yi rahatlatmaya yöneliktir.

İnanmayanlar Irak'ta takınılan politikaya baksın.

Her ülkeyi eleştiren Erdoğan'dan yıllardır süren Irak katliamı ile ilgili bir girişim; bir söz duydunuz mu?

Hakkını yememek lazım. Başbakan Erdoğan Amerikan gazetesi The Wall Street Journal'a yazdığı makalede Irak'a savaşmaya giden ABD'li askerlere "Irak'ta savaşan ABD'li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz" diyordu.

Yani Müslüman katillerine.

Şimdi kimin için dua ediyor ne dersiniz?