AYDINLAR OCAĞI BAŞKAN YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÇOLAK’LA RÖPORTAJ

EĞEMENLİĞİMİZE YENİ ORTAKLAR ARANIYOR

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURUCU İRADESİ VE SAPTIRMA GAYRETLERİ

Son yıllarda sistematik bir şekilde Türkiye Cumhuriyetinin kurucu iradesi yok sayılmakta,
Bunun yerine saptırma gayretleri gerçekmiş gibi kamuoyuna sunulmaktadır.
Gelinen bu noktada Türk milletine ait olan egemenliğimize yeni ortaklar aranmakta, egemenlik adeta
birileri ile paylaştırılmak istenmektedir
Tarihi gerçekler incelendiğinde, bunun böyle olmadığı görülmektedir.
TÜRK milletinin egemenliğinin nasıl tesis edildiğinin derinlemesine incelenmesinde yarar vardır.
Bunun için şu dört soru öncelikle sorulmalıdır ;
1-ATATÜRK; gençliğe hitabesinde neden ve ne saikle;
“Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” dedi.
2- Ne mutlu Türküm diyene sözünü,
Niçin? Ve neden? Söyledi.
3-TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN BAĞIMSIZLIK bildirgesi var mıdır?
Varsa bu nedir?
4-Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllarda yabancılar devletin kurucularını nasıl ifade ediyorlardı?
30 Ekim 1918 de Mondros mütarekesi ile birinci dünya savaşı bitmiş, Osmanlı İmparatorluğu için
parçalanma ve tasfiye süreci fiilen başlamıştır.
İmparatorlukların yıkılması birbirine çok benzer.
1989 sonunda Sovyetler Birliğinin yıkılması ile Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması birbirine tıpatıp
benzemektedir.
Şöyle ki 1989 da SSCB yıkılmış ve 15 yeni devlet kurulmuştur.

Daha önce SSCB görev yapan bürokratlar, yöneticiler, askerler ve ahali kendi devletlerine gitmiştir
SSCB’nin Dışişleri Bakanı Edward Şevardnadze Gürcü idi.
SSCB’nin Dışişleri bakanlığından ayrıldı Gürcistan’a gitti.
Benzer şekilde Polit Büronun çok önemli üyesi olan Haydar Aliyev, Azeri Türk’ü idi ve Azerbaycan’ a
döndü.
Bir diğer örnek SSCB’nin en önemli olan yazarlarından Cengiz Aymatov Kırgız’dı ve Kırgızistan’a gitti
Estonyalılar ,Estonya’ya.
Letonyalılar, Letonya’ya.
Ukraynalılar, Ukrayna’ya,
Kazaklar, Kazakistan’a,
Türkmenler, Türkmenistan’a döndüler.
Kendi ülkelerine dönenler kendilerine ait kendi aidiyetlerini hissettikleri ülkelere döndüler.

KIZILORDU NE OLDU?

Kızıl Ordunun subayları, kendi soylarının sesini dinleyerek yeni kurulan bu devletlere gittiler.
Giden bu subaylar yeni kurulan 15 devletin genelkurmaylarını ve ordularını oluşturdular.
Kızıl Ordudan kendisini Rus hissedenler Rusya federasyonunda kaldılar.
Benzer şekilde SSCB bürokrasisini oluşturan bürokratlar, kendilerini ait hissettikleri ülkelerine
döndüler.
Ve bu ülkelerin yeni bürokratları yani yönetenleri oldular.
SSCB ‘nin sporcuları ile değişik meslek mensupları Moskova’dan ayrılarak kendilerini ait hissettikleri
yeni devletlere gittiler.
Buralarda kendi branşları ile ilgili organizasyonlarda görev aldılar.
Böylece kendi ülkelerini uluslar arası alanda temsil etmeye başladılar.
Sovyetler Birliği ahalisi olan eski Sovyet vatandaşları, SSCB’nin yıkılmasından sonra bir seçimle karşı
karşıya kalmış,
Vatandaşlar kendi soylarının sesini dinleyerek yeni kurulan devletlere gitmiş veya bu yeni devletlerde
yaşayanlar kendi ülkelerine geri dönmüşlerdir.
Moskova’da yaşayan Ukraynalılar, Ukrayna’ya,
Letonyalılar, Letonya’ya

Moldovalılar, Moldovya’ya ,
Kazaklar Kazakistan’a,
Azeriler, Azerbaycan’a geri dönmüştür; aynı şekilde Azerbaycan da yaşayan Ruslar da Rusya’ya geri
dönmüştür
Yani bu ülkelerde kendiliğinden gerçekleşen doğal bir nüfus mübadelesi olmuştur.

OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA NE OLDU?

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savasından yenik çıktığı için savaşı kazanan devletlerce sınırları
belirlenen irili ufaklı 17 devlete bölündü.
Yeni kurulan bu devletlerden 15 i Müslüman’dı; halifeliğin 1924’te kaldırıldığı düşünülürse,
İslam dininin halifesi halen yaşıyordu.
Bu Müslüman devletler, sadece bizden değil, islamın halifesini de yok sayarak ayrılmıştı.
1912 yılında Arnavutlar, Osmanlı Devletinden ayrılarak , Arnavutluğu kurmuştu.
Yani İslam kardeşliği bizi bir arada tutmaya yetmemişti
Osmanlı ordusu da Kızıl ordu gibi benzer akıbete uğramış; orduda bulunan subaylar kendi soylarının
sesini dinlemiş, yeni kurulan bu devletlerin genelkurmaylarını oluşturmuştur
Osmanlı Ordusunun, Yemen’deki paşası, savaş sonrası kurulan yeni Yemen devletinin sadrazamı yanı
başbakanı olmuştur.
Nuri Sait Paşa ve diğer subaylar,
Ragıp Paşa gibi paşalar ve diğer subaylar yeni kuranla Müslüman devletlerin silahlı kuvvetlerini
oluşturmuşlardır
Bu husus son derece önemlidir, Osmanlı ordusunu terk ederek yeni ülkelere giden bu askerler,
Atatürk’ün silah arkadaşlarıydı.
Atatürk ün Gençliğe Hitabesinde ifade edilen;
“Ey Türk istikbalinin evladı,
Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”.
Sözleri bu düşünce ve Saiklerle söylenmiştir.
Bu askerlerin sayısı hiçte küçümsenmeyecek bir orandadır.

Osmanlı Ordusunun subay kadrosunun 5/3 ünü oluşturmaktadırlar.
Söyle ki: Birinci Dünya savasına girerken Osmanlı Ordusunun subay sayısı yaklaşık 21 bindir.
Bunlardan 4 bini savaşta şehit olmuş veya esir düşerek ordu dışında kalmıştır.
Kurtuluş savasına katılan subay sayısı ise yaklaşık 4 bindir.
SSCB benzer şekilde Osmanlı bürokratları, savaş sonrası ülkeyi terk etmiş, soylarının sesini dinleyerek
yeni kurulan bu devletlerin bürokrasisini oluşturmuştur.
Somut örnekler verecek olursak Osmanlı Ayan Meclisi üyesi ve kısa bir süre başkanlığını yapan Mekke
Şerifi Hüseyin savaş devam ederken İngiliz tarafına geçmiş savaş sonrasında da Arabistan’ın yeni kralı
olmuştur
Şerif Hüseyin’in oğullarından Abdullah, Ürdün’e, Faysal, Irak’a kral yapılmıştır,
Ziya Gökalp’ın Arap asistanı bir gün Ziya Gökalp’e çıkar, Şam üniversitesine gideceğini ve orada rektör
olacağını söyler.
Ziya Gökalp kendisine;
“Sen asistanlığı beceremiyorsun nasıl rektör olacaksın?” der.
Gerçekten asistan Şam’a gider.
Üniversitedeki kadroların boş olmasından istifade ederek rektör olur.
Osmanlı Eğitmeni teorisyen ve siyasetçisi Mustafa Satı Bey’de Osmanlıdan ayrılıp yeni kurulan
devletlerde Arap milliyetçiliği doğrultusunda teorisyenlik, müsteşarlık ve bakanlık yapmıştır.
Osmanlı vatandaşlarından kendisini TÜRK hissetmeyenler, hissettikleri doğrultuda yeni kurulan
devletlere göç etmişlerdir.
Bu durum bizim için son derece önemlidir.
Osmanlı vatandaşı olup ta kendini Arap hissedenler yeni kurulan Arap devletlerine, Suriye, Irak, Suudi
Arabistan, Mısır gibi ülkelere Göç etmişlerdir.
Mardin, Siirt, Urfa da yaşayan Arap kökenli vatandaşların bir kısmı da kendisini yeni kurulan bu Arap
devletlerine yakın hissetmiş ve buralara göçmüştür
Bunlardan bir kısmı ise kendisini Büyük Türk Milletinin bir parçası olarak hissetmiş yeni kurulan bu
devletlere gitmeyerek ülkemizde kalmıştır.

KÜRTLER NE YAPTI?

Aynı şekilde Kürtlerin Güneydoğuda yaşayan bir kısmı kendisini Türk hissetmeyerek, Türkiye den Irak,
Suriye veya Lübnan’a göçmüşlerdir.
Kendisini Türk Milletinin bir parçası olarak hissedenler, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti sınırları
içerisinde kalmayı tercih etmişlerdir.

Benzer şekilde yine ülkemizde yaşayan Çerkezlerin büyük kısmı burada kalırken, diğer kısmı da Ürdün
Lübnan‘a çok kısmı da Mısır’a gitmeyi tercih etmişlerdir.

Gürcülerin büyük kısmı yeni kurulan devlette Türkiye Cumhuriyetinde kalmayı tercih etmiş çok az bir
kısmı ise Acaristan veya Gürcistan’a gitmiştir.

NE MUTLU TÜRKÜM SÖZÜ NİÇİN SÖYLENDİ?

Osmanlı Devletinin eski vatandaşları Türkiye Cumhuriyeti kurulurken devletimize katılma konusunda
özgür iradeleriyle bir seçim yapmışlardır.
Bu seçim neticesinde gidenler gitmiş, kalanlar Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları olarak yeni
devlette yerini almıştır.
İşte Atatürk’ün “NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE” sözü bunun neticesi olarak söylenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletini, TÜRKLER ve kendisini TÜRK HİSSEDEN az sayıda ki insan kurmuştur.
Kuruluşta katkıları olan kendirlerini Türk hissedenlerin oranı bu gün ortalıkta gözüken abartılı
rakamlar değildir.
Bunların sayısı toplam nüfusun yüzde 10–12 sini oluşturmaktadır.
1927 nüfus sayımı bu gerçeği teyit etmektedir,
Bu nüfus sayımı, Türkiye Cumhuriyetinin ilk nüfus sayımıdır.
Ev ev, kapı kapı dolaşılarak yapılmış, çok sayıda soru vatandaşlara yöneltilerek ayrıntılı olarak bilgiler
alınmıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin nüfusu 1927’de 13 kusur milyondu.
Gayrı Müslim nüfus 230 bindir.

KÜRTLERİN 1927 DE NÜFUSU NE KADARDI?

Müslüman nüfus içerisindeki etnisitelere bakıldığında Kürt nüfus, siyasal Kürtçülerin söylediğinin
aksine sadece 1 milyon yüz bindir.
Bir başka deyişle yeni Türk devletini TÜRKLER kurmuştur.
Az sayıdaki kendisini TÜRK Hissedenlerin kuruluşta yardımları olmuştur, kendisini Türk hissedenlerin
oranı yüzde 10–12 civarındadır.

Kuruculara tek tek bakıldığında büyük ekseriyetini Türkler oluşturmaktadır.
TÜRKLER Osmanlı Devletinin tarihe karışmakta olduğunun farkındadır
19 Mayıs 1919 da Atatürk’ün liderliğinde, Mareşal Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir in öncülüğünde
yeni Türk Devletinin temelleri atılarak,
Adı TÜRK olan devletimiz kurulmuştur.
Atatürk ve arkadaşları, kuruluş esnasında kendilerine yardım eden her ne kadar sayıları yüzde 10- 12
olsalar bile kendisini TÜRK hissedenleri unutmamış, kuruluştaki yardımlarını;
“ Ne mutlu TÜRKÜM diyene” özdeyişiyle ifade etmiştir.
Ayrıca “Türk devletini kuran ahaliye TÜRK Milleti denir “tanımını 1924 anayasasında
ANAYASAL metin haline getirmiştir.

TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN BAĞIMSIZLIK BİLDİRGESİ VAR MI?

BAĞIMSIZLIK BİİDİRGESİNE GİDEN YOLLAR;

30 Ekim 1918 de Mondros Mütarekesini, takiben İstanbul, İngilizler ve onların müttefikleri tarafından
işgal edildi.
Osmanlı tebaasının temsil edildiği, içinde Arap, Ermeni, Rum gibi temsilcilerin de bulunduğu Osmanlı
meclisleri padişah tarafından kapatıldı.
19 Mayıs 1919 da Atatürk’ün Samsun’a çıkışı ile yeni devletin kurucu iradesinin temelleri atıldı
Amasya Tamimi, Erzurum Kongresi ve ardından Sivas Kongresi ile bu irade şekillenmeye başladı.
Sivas Kongresi son derece önemlidir.
Bu kongrede TÜRK Milletini temsilen yeni bir meclis kurulması ve seçimlerin yapılaması kararlaştırıldı
Atatürk ve arkadaşları öncelikle TÜRK vatanının kurtarılmasını esas aldılar
TÜRK VATANI NERESİDİR?
İşte bu sorunun cevabı ATATÜRK ve arkadaşlarına göre;
“TÜRKLERİN oturduğu ve TÜRKLERİN yerleştiği yerler” vatandır.

Erzurum ve Sivas kongrelerinde bu hususlar tartışılmış ve TÜRK vatanının sınırları belirlenmiştir.
Sivas kongresinde alınan karar gereğince 9 Ekim 1919 da Meclisi Mebusan seçimleri yapıldı.
Bu seçimlerde çoğunlukla Müdafaa -i Hukuk Cemiyetinin gösterdiği adaylar kazandı
27 Aralık 1919 da Ankara’ya dönen Atatürk yeni seçilen bu milletvekilleri ile iki- üç kişilik gruplar
halinde görüştü.
Bu görüşmelerde Misak i Millinin içeriği kararlaştırıldı.
Son Osmanlı Meclisi Mebusan’ına, tüm Anadolu’dan, Musul’dan, Halep’ten ve Batum’dan
milletvekilleri seçildi.
Bu bölgelerin özelliği, TÜRKLERİN oturduğu ve yerleştiği yerler olmasıdır; yani bu meclis Osmanlının
çok milletli imparatorluk meclislerinden çok farklıdır
Bu meclis 10 Ocak ta ilk toplantısını yaptı 28 Ocak 1920 de Ahd-ı Milli adıyla (milli yemin)Misak -ı
Milliyi kabul etti.
17 Şubat 1920 de bu yemin yabancı parlamentolara, elçiliklere ve basına dağıtıldı.
Misak-ı milli hukuksal niteliği itibariyle bir parlamento kararıdır. Bu kararın, Osmanlı hukuku açısından
tartışmalı olan varlığı, Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi tarafından yasalaştırılmasıyla ortadan
kaldırılmıştır. Bu bildirge, 18 Temmuz 1920 de Ankara’da toplanan TBMM gizli bir oturumunda da ele
alınmış ve kabul edilmiştir. Böylelikle Misakı Milli, Milli DEVLETİN temeli olmuştur.
Misakı Milli TÜRK DEVLETİNİN adeta DOĞUM sertifikasıdır.
Türk Devletinin kuruluşunun esas alan bir belgedir; bu belgede belirtilen coğrafi sınırlarda yani
TÜRKLERİN oturduğu ve de yerleştiği yerlerde ki vatan toprağında milli TÜRK devletinin kurulacağı
tüm dünyaya ilan edilmiştir.
Bu belgede bu devlet kuruluncaya kadar çalışılacağını, gerekirse savaşılacağına yemin edilmiştir ve
and içilmiştir.
Misakı Milli bu yönü ile TÜRK MİLLETİNİN DÜNYAYA MEYDAN OKUMASIDIR
Bu yönüyle tam bir bağımsızlık bildirgesidir.
Bildirinin okunmasını takiben Osmanlı Meclisi İngiliz ve Fransızlar tarafından basılmış milletvekilleri ve
şehirde bulunan yazar ve düşünürler tutuklanarak Malta adasına sürülmüştür.
Milletvekillerinin dışında Hüseyin Cahit Yalçın, Yunus Nadi, Şeyhülislam Mustafa Hayri Efendi ve Ziya
Gökalp gibi bu bildiriye destek vermiş aydınlarda Malta’ya sürülmüştür.
Atatürk’ten sonra onun izinden gittiğini söyleyenlerin aksine Misakı Milli basit bir harita çalışması
değildir.
Uğrunda ölünecek bir devletin kurulacağının dosta düşmana ilanıdır.
Misakı milli bu yönüyle Amerikan 1776 Bağımsızlık Bildirgesiyle büyük benzerlikler gösterir.

Bu benzerlikler Atatürk’ün 21 Temmuz 1923 te Ankara’da röportaj yaptığı Amerikalı Gazeteci Isaac
Marcosson, ile yapılın röportajda açıkça belirtilmiştir.
Atatürk Lozan görüşmelerinin sürdüğü henüz cumhuriyetin ilan edilmediği bir tarihte Marcosson la
bir röportaj yapmıştır
Marcosson’a ;
“Bizim Misak-ı Millimiz sizin bağımsızlık bildirgesine çok benzer,
Misakı Milli sadece TÜRK ülkesinin işgalden kurtarılmasını ve kendi kaderimize hâkim olmamızı ister;
O DA BAĞIMSIZLIKTIR, HEPSİ BU” der.

MİSAK-I MİLLİ

Yani Misakı Milli Atatürk’ün ifadesiyle de bir bağımsızlık bildirgesidir.
Atatürk tarafından Misakı Millinin Amerikan Bağımsızlık bildirisi benzetilmesi çok önemlidir.
1776 yılında Amerika Birleşik Devletleri İngilizlerin bir kolonisi idi.
Bu bildiri ile Amerikalılar tüm dünyaya özelikle de İngiltere’ye karşı bir meydan okumuşlardır.
Misakı Millide benzer şekilde İstanbul’u işgal eden başta İngilizler olmak üzere tüm dünyaya meydan
okuma vardır.
Atatürk’ün Amerikalı gazeteciyle yapmış olduğu röportajda belirttiği hususlar Türkiye Cumhuriyetinin
kurucu iradesini göstermesi açısından son derece önemlidir
Atatürk bu röportajda:
“ Eski imparatorluğumuz OSMANLI idi ve çok büyüktü.
Yüzlerce yıl boyunca bir TÜRK imparatorluğu olan OSMANLI,
TÜRKLERİN azınlıkta olduğu KARMAŞIK bir insan yığını idi ve her an kendisini dış problemlere açık
buluyordu” der.
Atatürk 21 Temmuz 1923’te bu röportajda;
“Şimdi biz TÜRKÜZ yalnızca TÜRK VE Türklere ait bir TÜRKİYE istiyoruz ”demişti.
Bu satırlarda Türkiye Cumhuriyetinin KURUCU iradesi kesin ve net olarak ifade edilmiştir.

SİYASAL KÜRTÇÜLERİN BİRLİKTE KURDUK PALAVRASI
Siyasal Kürtçülerin buna dair getirmeye çalıştıkları yorumların
Hiçbiri doğru değildir.
Siyasal KÜRTÇÜLERİN Birlikte kurduk,
Egemenliği de birlikte bölüşeceğiz iddialarının tarihi ve bilimsel temeli yoktur.
Atatürk Amerikalı gazeteci ile yaptığı röportajda ayrıca,
“Siz 48 devletsiniz, biz ise bir tek büyük devletiz “der.
Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti ÜNİTER ve MİLLİ bir devlet olarak kurulmuştur.
Misakı Millinin, devletler hukuku yönünden önemi 1920 yılının sonlarından itibaren anlaşılmış ve
kabul edilmiştir.
Misakı milli bağımsızlık bildirgesi olarak önceleri dikkate alınmamış, Sakarya savasından sonra İngiliz
dışişleri bakanı Lord CURZON tarafından İngilizceye çevriltilmiştir.
Böylelikle Türklerin ne istediğini anlamaya çalışmıştır.
Misakı Milli ,16 Mart 1921 Moskova anlaşması ile SSCB tarafından tanınmış,
Fransızlarla yapılan Ankara anlaşmasının altıncı maddesinde Fransızlarca da tanınmıştır.
YABANCILA GÖRE TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCULARI
Gerek Atatürk’ün röportaj verdiği Isaac Marcosson röportajında, gerekse o tarihlerde yayınlanan
gazete ve dergilerde, Atatürk ten;
“TURKHISH NATIONALIST LEADER “ “LEADER OF TURKISH NATIONALIST” (Türk Milliyetçilerinin Lideri)
diye söz etmektedir
Ayrıca Atatürk’ün arkadaşları için TURHISH NATIONALISTS (Türk Milliyetçileri) ifadesi kullanılmaktadır.
Buradan da görüleceği üzere o yıllarda tüm dünyanın kabul ettiği gerçek, Türkiye Cumhuriyeti
devletini Atatürk’ün liderliğini yaptığı,
TÜRK MİLLİYETÇİLERİ kurmuştur.

KURUCU İRADEYİ SAPTIRMA GAYRETLERİ

Bölücü ve siyasal KÜRTÇÜLERİN birlikte kurduk yalanı sadece bir saptırmadır;
Türkiye Cumhuriyeti Devletini, TÜRKLER ile kendisini TÜRK hissedenler kurmuştur.
Kuruluşta katkısı olan bu kendisini TÜRK hissedenlerin sayısı iddia edildiği gibi yüksek de değildir.

Bu Coğrafyada, yani Misakı Milli sınırları içerisinde yaşayan ve kendisini TÜRK hissetmeyenlerin
Devletimizin kuruluş yıllarında çıkardıkları isyanlar ve kalkışmalar da unutulmamalıdır.
1927 Nüfus sayımında da görüleceği üzere bu sayı yüzde 10 -12 düzeyindedir.
Geri kalanların hepsi TÜRKTÜR.
Bir başka deyişle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir TÜRK devleti olarak kurulmuştur.
Sadece gayrı Müslimlere özel statü verilmiştir.

ÇANAKKALE SAVAŞLARI ÜZERİNDEN SAPTIRMALAR

Birinci dünya savası başladıktan sonra Almanya’nın yanında savaşa giren Osmanlı Devleti,
Ülkede genel seferberlik ilan etmiştir.
Bu seferberlikle toplamış olduğu bütün askerlerini yaşadıkları yerlere yakın cephelere göndermiştir.
Osmanlı devleti bu cihan savaşında altı cephede birden savaşmıştır.
Bu cephelerden biri de ÇANAKKALE cephesidir.

ÇANAKKALE DE KİMLER SAVAŞTI, LAZİSTAN VE KÜRDİSTAN SAPTIRMALARI

Osmanlı devletine benzer şekilde İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar ülkelerinde seferberlik ilan etmiş
topladıkları askerleri ile farklı milletlere ait askerleri cephelere göndermişlerdir.
Çanakkale’de savaşları, Osmanlı devletinin savaşlarıdır.
Bu savaşlar başkent İstanbul, düşmanın eline geçmesin diye yapılmıştır.
Yaklaşık 250 bin askerimiz bu savaşlarda şehit olmuştur.
Ama düşman orduları Çanakkale’yi geçememişlerdir.
Ne hazindir kİ, TÜRK ordusunun geçit vermediği düşmanlar 3 yıl sonra elini kolunu sallayarak
İstanbul’a gelmişlerdir. Bu gelişte Osmanlı devletinin iyi yönetemeyenlerin vebali vardır.
Son yıllarda Çanakkale’de TÜRK’ÜN destanlaşan mücadelesi bazı gerçekleri örtmede kullanılmaktadır.
Çanakkale savaşları farklıdır,

Kurutuluş savaşları farklıdır.
Çanakkale’deki savaşlarda Osmanlı ordusu içerisinde Osmanlı vatandaşı olan her milletten insan
olmasına rağmen çok büyük çoğunluğunu TÜRKLER oluşturuyordu.
Mondros mütarekesinden sonra Osmanlı ordusunda savaşan bazı milletler savaş bitiminde
Osmanlıdan ayrılmış kendi milliyetlerinin yanında yer almışlardır.
1920 -1922 yılları arasında kurtuluş savaşında ise savaşı yürütenler Türkiye Cumhuriyetini kuran
insanlardı.
Yukarıda da belirtildiği üzere Kurtuluş savaşlarında savaşanlar TÜRKLER ve kendisini TÜRK
hissedenlerdir.
Kaldı ki benzer durum Çanakkale’de İngiliz ve Fransız ordularında da mevcuttu.
İngiliz ordusu içerisinde Anzaklar ve Hindistan Müslümanları bulunuyordu.
Fransız ordusunda değişik milletlerden askerler vardı.
Çanakkale’de düşman saflarında Osmanlı devletine karşı savaşanlar,
Savaş sonrası buna dayanarak İngiltere’den ve Fransa’dan egemenliklerine ortak olalım iddiasında
bulunmamışlardır.
O nedenle:
Siyasal Kürtçü ve de bölücülerin söylediği
“ÇANAKKALEDE birlikte savaştık” teorisi –iddiası gerçeği yansıtmamaktadır,
Çanakkale üzerinden Türkiye Cumhuriyetine karşı egemenliğe ortak olma iddiasında bulunamazlar.

OSMANLIDA Kİ KÜRDİSTAN LAZİSTAN EYALETLERİ İLE İLGİLİ SAPTIRMA

Tarihi kaynaklara baktığımızda, Kürdistan ifadesini ilk kez 11. Yüz yılda,
Selçuklu İmparatorluğunda Erbil’in kuzeyinden, İran’ın içine doğru uzanan bir coğrafi bölgeyi ifade
etmek için kullanıldığını görürüz.
Osmanlı da ki Kürdistan, Lazistan ifadeleri nereden geliyor?
1785 yılında ANA BRİTANİCA atlası ilk baskısını yapar.
Kürdistan ve Lazistan, isimleri bu atlasta gösterilir.

Bu bölümü hazırlayan Williams Faden’dir.
Kendisi bir harita uzmanıdır.
Aynı zamanda İngiliz istihbaratının bir elemanıdır.
Williams Faden’in hazırlamış olduğu bu harita da Lazistan ve Kürdistan bölgeleri ile
Diyarbakır bölgesi farklı alanlar olarak gösterilir.
Ayrıca Osmanlının Şam vilayeti SYRIA,
Filistin bölgesi, “PALESTINE “,
Ürdün bölgesi “JORDAN” olarak gösterilir.
Aynı yıllarda Fransızlar tarafından hazırlanan Meydan Laurrusse Ansiklopedisi yayınlanır,
Bu ansiklopedi de Faden”in haritaları ve terminolojisi kullanılır.
Saptırmanın ana kaynağı budur.
Ana fitne de budur.
Coğrafi bölge olarak Faden tarafından kullanılan bu terminoloji uygun olarak bu bölgelerde yeni
milletler-devletler oluşturma süreci başlatılmıştır.
Bilindiği gibi,1839 Tanzimat Fermanı’ndan sora çok sayıdaki Osmanlı genci Avrupa’ya yüksek tahsile
gönderilmiştir
Avrupa’ya giden bu gençler, Ana Britanika ve Meydan Larrusse ile tanışmış ve kendi ülkelerindeki bazı
bölgelerin yeni isimleri ile karşılaşmışlardır.
Bu gençlerde daha sonra yurda dönmüştür.
1856 yılında Islahat Fermanı ile birlikte Osmanlı vilayetler reformu yapılmıştır. Bu reformları yapanlar
yurt dışına gönderilen bu gençler olmuştur.

LAZLIK MOHTI-KOMOHTİLERİN ÜZERİNE KALDI

Gençler Ana Britanika’da gördükleri yeni termilojiye uygun olarak Lazistan ve Kürdistan ifadelerini ilk
kez kullanmışlardır.

Buradan kasıt bir coğrafi bölgeyi ifade etmektir, yeni bir millet devlet yaratmak değildir.
Yıllar içerisinde Yabancı istihbaratlarında etkisiyle bu Coğrafi bölgelere uygun halklar oluşturulmaya
çalışılmıştır,
Söyle ki,
Samsun’dan sonrası Batum’a kadar Lazistan sancağı denilmiştir
Samsunlular biz;
“LAZ DEĞİLİZ” demişler.
Sonra sırasıyla Ordu, Giresun, Trabzonlular ve Rizeliler Lazlığı kabul etmemiş;
Lazlık, Pazar, Ardeşen, Fındıklı ve Hopa’da yaşayan MOHTİ –KOMOHTİ LERE kalmıştır.
Önce ZAZALARA KÜRT sizsiniz denmiş,
ZAZALAR Kürtlüğü kabul etmemiş,
Sonra KIRMANÇİ, GORANi ve SORANİ’lere KÜRT sizsiniz denmiş,
Kürtlük kala KALA Kırmançi’lerin üzerinde kalmıştır.
Buradan da görüldüğü üzere İngiliz istihbaratının kontrolündeki Williams Faden’in haritasında ifade
edilen Lazistan ve Kürdistan coğrafi bölgeleri aradan geçen yıllar içinde,
Ayrı bir millet ve devletin kurulması çalışmalarına hizmet eder hale gelmiştir.

ANADOLU DA KARIŞTIK İDDİASI ve SAPTIRMASI, TÜRK GENİ AZ PALAVRASI

Genetik biliminin kurucusu GREGORY MENDEL,
“GENOTİP (hangi geni taşıdığı) ve FENOTİP (nasıl göründüğü)”kavramlarını yaptığı deneylerle ortaya
koyar.
Mendel, ayrıca dominant (baskın) ve çekinik (resessive) gen ayrımını çok iyi yapar
Son yıllarda sözde Anadolu da genetik araştırma yapıldığı bu araştırmalarda TÜRK geninin çok düşük
oranda bulunduğu yalanı pompalanır.

TÜRK GENİ NEDİR?

Türk geni hele hele saf TÜRK GENİ diye bir gen var mıdır?
Hangi gen veya genler TÜRK genidir?
Bu soruların cevabı bilimsel olarak halen verilmiş değildir,
Dolayısıyla siz A geninin TÜRK geni olarak alırsanız, buna dayanarak yorum yaparsanız,

Yaptığınız yorumun bilimsel bir temeli olmayacaktır.
Genetiği bilen bir doktor olarak olaya baktığımda Osmanlı sülalesinin genotip ve fenotipini
İzahta zorlanıyoruz.
Şöyle ki:
Osmanlı devletinin kurucusu Osman Gazi’nin fotoğrafının gözünüzün önüne getirin.
Yanına Orhan Gazi’nin fotoğrafını koyun,
Onun yanına da FATİH Sultan Mehmet’in,
Yavuz’un, Kanuni Sultan Süleyman’ın,
Üçüncü Selim’in, Sultan Abdülhamit’in ve Vahdettin’in fotoğraflarını koyunuz.
Bu fotoğraflara baktığınızda ne görüyorsunuz?
Uzun bir burun, öne doğru çıkık belirgin bir çene ve basık bir alın görürüz.
Bunlar adeta altı yüz yirmi yıl devam eden ve birbirini takip eden bir görüntüdür
Bunun anlamı şudur;
620 yıldı hüküm süren bu padişahların yüzde yetmişinin annesi TÜRK olmamasına rağmen görüntüleri
değişmemiştir.
Bu açıdan bakıldığında KARIŞTIK kelimesinin bilimsel değeri olmayan bir saptırma olduğu ortaya çıkar

KENDİNİ TÜRK HİSSETMEYENLERİN TÜRKE DÜŞMANLIKLARININ SOSYO-PSİKOLOJİK ANALİZİ

1-HASET-TÜRK MÜSÜN/ MÜSLÜMAN MISIN/ SORUSUNU ANLAMI

Kendisini TÜRK hissetmeyenler, TÜRK milletine karşı daima bir kıskançlık beslemekte, buna dayanarak
ta saptırma gayretlerine girmektedirler

NEDEN TÜRKE DÜŞMANLIK ve HASET DUYULMAKTADIR?

Neden TÜRK Milleti kıskanılmaktadır?
Kendisini TÜRK hissetmemekle birlikte Müslüman olan kavimlerin TÜRK’E kıskançlığı tarihin her
döneminde olmuştur.

Çünkü İslam tarihi 1400 yıldır, bu 1400 yılın en az bin yılında İslam’ın liderliği ve bayraktarlığını
TÜRKLER ve TÜRK Milleti yapmıştır.
Diğer Müslüman kavimler, TÜRK Milletinin kurup yönettiği İslam devletlerinde yaşamıştır.
Bu yaşamaları kendilerinde ciddi bir HASET doğurmuştur.
Bu doğrultuda TÜRK Milletinin güçlü olduğu zamanlarda bu hasetlerini gizlemiş, zayıfladığı düşündüğü
anlarda hasetlerini ön plana çıkarmışlardır.
Siyasal İslam’ın yıllar içerisinde geliştirdiği teorilerde bu haset “İSLAM” ve “İslamı yaşama” adı altında
kamufle edilmeye çalışılmıştır.
Bunun için DİN VE MİLLİYET özellikle birbirine karıştırılmış,
Milliyet görmezden gelinerek DİN içerisinde dinin adı kullanılarak eritilmek istenmiştir.
Siyasal İslamcıların TÜRK müsün?
Müslüman mısın?
Sorularının temelinde baskılanmış
Bu haset vardır.
Bir Alman’a, Alman mısın? Hıristiyan mısın?
Veya bir Fransız’a Fransız mısın? Yoksa Hıristiyan mısın?
Diye sorsanız bu adam kafayı yemiş din ile milliyeti birbirine karıştırıyor diye sizi polise şikâyet eder.
Maalesef bu soru ülkemizde halen sorulmaktadır.
Müslüman Gürcülerin yaşadığı Batum’da Acaristan Özerk Bölgesinin,
Hıristiyan Gürcistan’a mı yoksa Müslüman Türkiye’ye mi bağlanmasıyla ilgili 1921 Halk Oylamasında
Müslüman Gürcülerin liderinin söylediği sözler hasetle ilgili bir tarihi ibretlik vesikasıdır.
Mehmet Emin Abaşidze isimli bu lider şöyle der;
“Bizi hep Türkler mi yönetecek. Biz Gürcü’yüz.
Müslüman Türkiye’ye değil, bizim gibi Gürcü olan Hıristiyan Gürcistan’a katılmalıyız”.
Bu yıllarda Osmanlı Halifesi yaşıyordu.
Mehmet Emin Abaşidze bu doğrultuda propaganda yapar ve sonunda Misakı Milli sınırları içindeki
Batum’u kaybederiz.
Hıristiyan-Ateist Gürcü olan Stalin kendisinin ödülünü birkaç yıl sonra kurşuna dizerek verir.

2-KOMPLEKS

Uzun süre haset çeken insanlar, zihinsel dünyalarında KOMPLEKSİ yaşarlar,
Kompleks patolojik bir durumdur. İnsan zihnini kemirir durur.
O nedenle komplekslerden kurtulmak için dikkatler başka yöne yöneltilir.
Hangi milletten olduğumuz önemli değil;
Sadece Müslüman’ız bu bize yeter derler.
Oysa dünyada farklı coğrafyalarda Filistinli Müslüman kardeşi,
Somalili Müslüman kardeşi,
Myanmarlı Müslüman kardeşi,
Bosnalı Müslüman kardeşi olanların,
TÜRK Müslüman kardeşi nedense yoktur(!).
İşte kompleksin insanları gerçeklerden koparması budur.

3-KİN

Uzun süre komplekse giren insanlar, düşünce dünyalarında kinlenirler.
Kinlenenler ellerinde yetki yoksa içine kapanır ve görmezden gelmeye sığınırlar veya yok saymaya
devam ederler
Beş bin yıllık Türk Tarihini ve Türklerin kurduğu onlarla ifade edilen Türk devletlerini yok sayarak,
TÜRK Milleti ve TÜRK yoktur derler.
Ellerinde yetki varsa dördüncü aşamaya kötüleme ve aşağılamaya yönelirler.

4 –KÖTÜLEME VE AŞAĞILAMA

Kıskandığı haset duyduğun millete karşı aşağılayıcı üsluba yönelirler.
Türk milliyetçiliğini ayaklar altına alırlar, TC ifadesini kaldırırlar.

5- SON AŞAMA İNTİKAM

Türk Milletinden intikam almaya giden her şeyi desteklerler
Türk Milletini ve devletini yıkmak için elinden ne gelirse yapmaya çalışırlar.