Türkler İslâm’ın zuhurundan dört asır sonra Müslüman oldular. O zamana kadar İslâm fetihleri kuzeyde Hazar Denizine batıda Mısır’a, güneyde Yemen’e, doğuda Hindistan sınırlarına kadar yayılmıştı.

İslâm ordusu hemen hemen bütün milletlerle savaştıkları halde Türklerle savaşmadılar. Peygamberimizin (sav), “Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayın.” Hadisine riayet eden Müslümanlar, onlarla savaş ettikleri zaman Türklerin İslam’a girmelerine mâni olacaklarını biliyorlardı.

unun için Türkler İslâm güneşinin üzerlerinde doğduğunu hisseder etmez, “oymaklar” halinde Müslüman oldular. Bilhassa Abbasiler devrinde İslâm ordusunda mühim bir yer tutan Türkler, yiğitlikleriyle birleştirdikleri cihat aşkı ile asırlar boyu İslâm’ın bayraktarlığını yaptılar.

Sahabilerden birisi Peygamberimize; “Ey Allah’ın Resulü, bir kişinin kendi kavmini sevmesi ırkçılık mıdır..” diye sormuş. Resulullah da; “Hayır, ancak kişi kavminin zulmüne yardımcı olursa, ırkçılık olur,” buyurmuştur.

Çünkü millet, ırk, kavim bir vakıadır. “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız ve aranızdaki münasebetleri bilesiniz diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık.

Allah katında en şerefliniz, Ondan en çok korkanınızdır.” mealindeki âyet-i kerime, insanların farklı millet ve ırklara mensup olmasını, birbirleriyle daha yakından tanışması hikmetine bağlamakta ve hangi ırktan olursa olsun fert ve milletlerin fazilet ve üstünlük derecesini “takva”ya göre değerlendirmektedir.

Kur’ân’ın hükmü, hiçbir milletin ırkî bakımdan bir üstünlüğe sahip olamayacağını açıkladığı gibi, esas itibariyle ne hadis-i kudsî, ne de hadis-i şeriflerde bu hükme aykırı ifade bulmak mümkün değildir.

Meselâ, Kaşgarlı Mahmud’un “Divânu Lügati’t-Türk” isimli kitabında Türkleri metheden bir hayli mevzu uydurma “hadislere” yer verilmiştir. Bunlardan “hadis-i kudsî” olarak nakledilen bir söz şöyledir: “Ulu Allah buyuruyor; “Benim Türk adını verdiğim ve maşrıkta iskân ettiğim birtakım askerlerim vardır ki, herhangi bir kavme karşı gazaba gelecek olursam, o Türk askerlerimi o kavmin üzerine saldırırım.”

Hadis-i Kudsî olarak söylenen bu ifadeleri hiçbir hadis kitabında bulmak mümkün değildir. Bir lügat kitabında geçen böyle bir ifadeyi “hadis-i kudsî” diye alıp nakletmek usûle de aykırıdır. Çünkü âyet mealleri ya Kur’ân meallerinden veya tefsirlerden; hadisler de hadis kitaplarından alınır ve istifade edilir.

Peygamber Efendimiz hakkında “Türklük” iddiasına gelince; esas itibariyle İslâmiyet, ırk, kabile ve millet mefhumunu reddetmiyor. İnsanların kabile ve milletlere ayrılmasını birbirleriyle daha yakından tanışmalarını sağlaması bakımından değerlendiriyor.