Bir gün Efendimiz (s.a.v.), Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman (r.a.) Uhud dağının üzerine teşrif edince, Uhud dağı onların aşkıyla çoşar ve sallanmaya başlar. Bunun üzerine Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz, (s.a.v.) kadem-i şerifi ile uyararak, onu teskîn için şöyle buyurur; ‘’Sâkin ol ey Uhud! üzerinde bir peygamber, bir sıddîk ve iki şehîd var.’’ (Tirmizi)

Bundan dolayı, Rasûlülllah’a muhabbetli bir gönlün, Efendimiz ve dostlarını gönül alemine misafir edebilme iştiyakı içerisinde olması gerektiği söylenmiştir. Müşriklerle yapılan ikinci cihad, Uhud dağının eteklerinde cereyan etmiştir.

Efendimiz (s.a.v.) mücâhidlerin konumunu, Uhud dağını arkasına alacak şekilde belirlemişti. Bilindiği üzere müşriklerin saldırısı sonucu Efendimiz’in mübârek dişi şehîd olmuş, dudağı ve yanağı yaralanmıştı.

Peygamberimiz (s.a.v) Uhud dağındaki bir kaya aralığına çıkmaya çalıştı. Fakat güçsüz düştüğü için kayaya çıkamayınca, Talhâ b. Ubeydullah eğildi. Onun sırtına basarak kayaya çıkan Efendimiz, ‘’Talha’ya cennet vacip oldu’’ buyurdu.

Savaşta, başta Hz. Hamza olmak üzeri yetmiş sahabi şehîd düştü. Peygamberimiz’in talimatına karşılık, bir kısım mücahidin gaflet göstermesinin, ne kadar tehlikeli ve bedelinin ne kadar ağır olduğu görüldü.

Bu olay bütün ümmete Rasûlüllah’a ittibâda, son derece dikkatli olunması gerektiği dersini veriyordu. Ayrıca okçular tepesinde hata yapan sahabiler hakkında da, yanlış bir zanna da kapılmamalı.

Çünkü âyette onların affedildikleri bildirilmiştir; ‘’İki ordunun karşılaştığı gün sizden bozguna uğrayanlar var ya sırf yaptıkları bazı şeyler yüzünden şeytan onların ayakla≠rını kaydırmıştı. Şüphe yok ki Allah onları atfetmiştir, Allah çok bağışlayıcıdır, pek halimdir,’’ buyrulmaktadır. (Âl-i İmrân; 155)

Uhud’un en önemli vasıflarından biri de, şehidlerin Efendisi Hz. Hamza’ya (r.a.) ve diğer şehidlere ev sahipliği yapmasıdır. Uhud meydanı, şehadet aşkının zirvede yaşandığı bir yerdir.

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah gibi, on beş yaşından küçükler bile, bu cihada katılma özlemi içinde olmuşlardır. Bu da gösteriyor ki mü’min, canını ve malını dâimâ Allah ve Rasûlü için fedaya hazır bulundurmalı, çocuklarını da bu şuurla yetiştirmelidir.

‘’Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma...’’ (Âl-i İmrân, 169-170) âyeti de Uhud şehidleri için nazil olmuştur. Hattâ Rasûl-i Kibriyâ (s.a.v); ‘’Allah’a yemin ederim ki, sahabilerimle birlikte şehid olup, Uhud dağının eteklerinde gecelemeyi ne kadar isterdim’’, (Beyhakî) buyurarak, Uhud şehidlerinin yüce mertebesine dikkat çekmiştir.