SAĞCI, solcu, ülkücü, sosyal demokrat, dindar, kindar ve daha akla gelebilecek ne olursanız olun ama mutlaka ve mutlaka Ulucanlar Cezaevi Müzesi'ni bilgilendirme kulaklığıyla gezin. 
 
Sağcı veya solcu olmanız burada sökmüyor. Çünkü gerçekler o kadar açık ve etkileyici ki insanın ciğeri sızlıyor. Ana kuzuları asılmış yok yere. Belki yeşerecek bir milliyetçi ve Atatürkçü bir umut uğruna.  
 
Kayıtlara göre Ulucanlar Cezaevi 1925 yılında İçişleri Bakanlığınca "Umumi Hapishane" olarak "Cebeci Tevfikhanesi" adıyla inşa edildi. Sırasıyla Cebeci Umumi Hapishanesi, Ankara Hapishanesi, Ankara Cebeci Sivil Cezaevi, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi ve sonunda Ulucanlar Cezaevi adlarını aldı ama ne yazık ki Cumhuriyet tarihinin en karanlık sayfalarına tanıklık etmekten kurtulamadı. 1926 yılında başlayan infazlar 81 yıl boyunca sürerek 2006 yılına kadar çok karanlık bir dönem geçirildi. Yaşına, siyasi düşüncelerine bakılmadan hapsedilen insanların herkesten habersiz infaz edildiği, infaz edilenlerin ailelerinin durumdan haberdar bile olmadığı, karanlık ve şaibeli günlerin yaşandığı bir hale dönüştüğünü biz değil tarih yazıyor. 
 
 
1925-1983: 18 idam
 
Bu isimleri yazmak gerçekten yürek istiyor. Ailelerin dramını yeniden yaşatmak amacında değil; bilakis sevgiyle anılmaları için yazıyorum. Böyle bir şeyi hatırlattığım için çok üzgünüm. Ama gündeme baktığımızda idamın yeniden getirilmesi düşünülüyor. Karar siz okuyucuların. 
 
 İskilipli Mehmet Atıf Hoca (3 Şubat 1926), Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca (3 Şubat 1926)
Maliye Nazırı Cavit Bey (26 Ağustos 1926), Dr. Nazım Bey (26 Ağustos 1926), Milletvekili Hilmi Bey (26 Ağustos 1926), Nail Bey (26 Ağustos 1926), Abdulkadir Bey (Eski Ankara Valisi 1 Eylül 1926), Süvari Fethi Gürcan (27 Haziran 1964), Albay Talat Aydemir (5 Temmuz 1964), Deniz Gezmiş (6 Mayıs 1972), Yusuf Aslan (6 Mayıs 1972), Hüseyin İnan (6 Mayıs 1972), Necdet Adalı (8 Ekim 1980), Mustafa Pehlivanoğlu (8 Ekim 1980), Erdal Eren (13 Aralık 1980), Fikri Arıkan, (27 Mart 1982), Ednan Kavaklı (Adi suçlu 13 Haziran 1982) ve Ali Bülent Orkan (13 Ağustos 1982). 
 
 
Ünlü mahkumlar
 
Düşündükleri, söyledikleri ve yazdıkları farklı olsa da, kaderleri o kadar çok insanı Ulucanlar'da buluşturdu ki say say bitmiyor. Sinema oyuncusu bile konuk edildi Ulucanlar'da. Necip Fazıl Kısakürek de girdi kapıdan içeri, Nazım Hikmet Ran da, Ahmet Arif de, Hasan Hüseyin Kormazgil, Sami Cebeci, Yılmaz Güney, Metin Peker, Oral Çalışlar, İpek Çalışlar, Beyhan Cenkçi, Adnan Cemgil, Cüneyt Arcayürek, Fakir Baykurt, Metin Toker de.   
Siyasi suçlulara bakacak olursak Bülent Ecevit, Muhsin Yazıcıoğlu, Osman Yüksel Serdengeçti, Talat Aydemir, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Mustafa Pehlivanoğlu, Fikri Arıkan, Ali Bülent Orkan, Muharrem Şemsek bunlardan bazıları…
 
 
Unutturmak değil umut edebilmek 
 
Açık kaldığı 81 yıl boyunca adı infaz, işkence, acı ve karanlık olaylarıyla anılan Ulucanlar Cezaevi, müze haline dönüştürülerek geçmişi günümüze getirmekle sanki eskiyle yüzleşmenin görevini üstlenmiş gibi duruyor karşımızda. Cezaevinin günümüze müze olarak gelmesinde "Ulucanlar Cezaevi Ankara için önemli bir simge. Burasının yıkılmasına izin veremezdik. Ankara'nın kültür ve turizm hayatına önemli bir eser kazandırdığımızı düşünüyorum" sözleri ve girişimiyle büyük rol oynayan, Türkiye'de bir ilki gerçekleştiren Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki'ye teşekkürler.
Ulucanlar'da kalan mahkumlar 2006 yılında başka bir cezaevine aktarıldı. Yapıların bazıları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 'korunması gereken yapı' olarak tescil edilerek cezaevinin yıkılması engellendi. Altındağ Belediyesi, 2009 yılında başlattığı restorasyon çalışmaları 2010'da tamamladı. 16 bin metrekarelik kapalı cezaevi kısmı 2011 Haziran ayında hizmete girdi. Müzede, mahkumların balmumu heykellerinden, günlük hayatta kullandığı eşyalara kadar aslına uygun şekilde sergileniyor. Burada kalmış olan tanınmış mahkumlar ise fotoğraf, belge ve eşyaları ile müzede yer alıyor. 
 
 
Hilton koğuşları
 
Cezaevinin ana kapısından girdikten sonra ilk durak karanlık, soğuk ve rutubet kokan Hilton adıyla ünlenen 9 ve 10'ncu koğuş. Hilton'da Bülent Ecevit ve Necip Fazıl Kısakürek gibi isimler, şair, gazeteci ve yazarların kaldığı biliniyor. Hilton'un hemen yanından, ilk yıllarında Müteferrika olarak adlandırılan dar koridor ve loş ışıklı, demir kapılar ve kapkaranlık tek kişilik hücrelere geçiliyor. Burada henüz mahkumiyet kararı kesinleşmemiş, cezaevinde disiplin suçu işlemiş ya da dışarıda işlediği suç nedeni ile diğer mahkumlardan ayrılması gereken kişiler tutulmuş. 
 
Filmlerdeki koğuşlar
 
Sırada orijinaline göre döşenmiş koğuşlar var. Titizlikle gerçekleşen düzenlemelerde demir ranza, dolap, tahta masa ve sandalyeler ile soba ve koğuş için gerekli değişik eşyalar dikkat çekiyor. Ana unsuru tamamlayan en önemli ayrıntı ise saz çalan, çay içen, sessiz ve sakin yatağında düşüncelere dalmış ve buna benzer rolleri üstlenmiş balmumu heykeller.
Feride Çiçekoğlu'nun Ulucanlar'da çektiği "Uçurtmayı Vurmasınlar" filmini hatırlamamak mümkün mü? Filmde küçük Barış'ın üstlendiği muhteşem rolü getirin gözlerinizin önüne. Gözlerin dolduğu, eli ekrana uzatıp en azından Barış'ı oradan kurtarabilmeyi, o da olmazsa, uçurtmasını uçurabileceği bir avlu vermek isteği uyandıran muhteşem filmi burada yaşıyorsunuz adeta. Yine Yılmaz Güney'in Ulucanlar'daki anılarından esinlenerek gerçekleştirdiği "Duvar" isimli filmi unutabilir misiniz? 
 
 
Ecevit'in şapkası, Yazıcıoğlu'nun seccadesi
 
Ulucanlar'da kalmış tanınmış isimlere ait bilgi, belge ve eşyaların bulunduğu 6'ncı koğuşta her ranzanın başında o kişilere ait fotoğraf ve biyografileri var. Aynı koğuşta farklı zamanlarda Ulucanlar Cezaevinde kalan gazeteci, yazar, şair, siyasetçi, sanatçılara ilişkin eşyalar da sergileniyor. Büyük bir tarihi görsel arşiv niteliğinde olup ülkenin çeşitli yerlerinden özel izinlerle getirtilen gerçek eşya ve belgeleri kapsıyor. İnfaz yazı ve gömleği Bülent Ecevit'in şapkası ve kravatı, Deniz Gezmiş'in kendi el yazısı ile Roma hukuku ders notları, sigarası ve üzerinden çıkan paraları, Yusuf Aslan'ın atkısı, Hüseyin İnan'ın fanilası, Muhsin Yazıcıoğlu'nun namaz takkesi ve seccadesi, Mustafa Pehlivanoğlu'nun kardeşine yazdığı mektup, Fikri Arıkan'ın elbisesi gibi kişisel eşyalar da bu koğuşta yer alıyor.
 
 
Kantin, kütüphane, hamam
 
Koğuş ve avluların hemen yakınında kantin hala aynı. Gözleme, çay, kahve ve meşrubat ile bisküvi çeşitleri var. Türkiye'nin demokrasi mücadelesinin unutulmaz isimlerinin yazdığı kitapların da yer aldığı müze kütüphanesi, çeşitli dönemlere ait önemli yayınlar, dönemin aktörlerinin mahkeme kayıtları, mahkumiyet tutanaklarını da burada bulmak mümkün. Bir sonraki durak mahkumların banyo yaptıkları hamam da restore edildikten sonra aslına uygun olarak düzenlenmiş. Hamamdan sonra ana binada yer alan sanat galerisi var.  
 
Demir parmaklıklar ardındaki darağacı
 
18 kişiyi infaz eden darağacına herkes nefretle bakıyor. Darağacı gerçek yeri dışına birkaç metre ileriye yapılan demir parmaklıklar ardında tutuluyor. İnfazlar ise "Ulu Kavak" adıyla anılan ağacın yanında gerçekleşmiş. İnfaz edilenlerin ismi de duvarda ebediyete gömülmüş levhada bir utanç abidesi şeklinde duruyor. Herkes isimleri içi yanarak okuyor.