Ünlü halk ozanımız Neşet Ertaş’ın;
Yalan dünya dizelerini sonuna kadar okuyanın inanın hüznü tavan olur.
Çünkü dizelerde vefasızlık, ilgisizlik ve dünyanın,
Yalan bir yer olduğu çok net olarak anlatılır.
Hakikaten etrafımıza baktığımızda,
Hele hele yaşımız ilerledikçe, dostlarımız göçüp gittikçe,
Dünyanın yalan olduğunu bir daha anlarız, düşünürüz.
Önceki gün şöyle telefonumun rehberimi bir güncelleyeyim dedim.
Yani gidenlerin, olmayanlarını telefonlarını sileyim dedim.
İnanın dostlar çoğunu silmeye elim varmadı.
Bir türlü telefondaki o “SİL” tuşuna basamadım.
Özellikle basın sektöründe gönül birliği ettiğim,
Kader birliği ettiğim, sırt sırta, omuz omuza, ekmek peşinde koştuğum o kadar dost vardı ki.
Mesleğe ilk adımlarımı attığım, gazeteciliği öğrendiğim, evlendiğim, evlat sahibi olduğum,
15 yıl ekmeğini yediğim Tercüman Gazetesinin rahmetli Sahibi Kemal Ilıcak.
Düzgün, iyi gazeteci ve muhteşem bir patrondu.
Mekânı cennet olsun. Hakkımız helal olsun
22 yıldır vatan millet mücadelesinde kalemşorluğunu yaptığım,
Ortadoğu Gazetesi ile yıllarca milliyetçiliğin yükünü omuzlarda taşıyan.
Malını mülkünü mesaisini bu uğurda harcayan rahmetli Zeki Saraçoğlu.
O olsaydı bizim bu yarım asırlık milliyetçiliğin meşalesini taşıyan gazetemiz kapanır mıydı?
Birileri yarım asırlık mücadeleyi düşünüp bu kadar vefasız bu kadar duyarsız davranabilir miydi?
Abdurrahman Çelebiler kendilerini koç zannedebilir miydi?
Zeki Ağabeyin bana özel olarak verdiği telefonunu inanın silemedim. Elim varmadı.

Türk dünyasının yılmaz savunucusu neferi,
Servet Kabaklı’nın telefonuna baktım.
Yıllarımız beraber geçmişti, gecemiz gündüzümüz, hatta iş gereği
Zaman zaman benim bekâr evini bile paylaşmıştık.
Küs olduğum bir zamanda, kavga ettiğimi duyup, gecenin üçünde yardım için yanımda beliren oydu.
Böylesine yiğit bir dosttu.
Bence basın sektörü ve TÜRK Dünyası için büyük kayıptı.
Telefonunu silemedim.
Belki bir anda çalar, geri döner, yaşıyorum der diye.
Sonra İrfan Ülkü.
O da Türk Dünyasının yılmaz bir savunucusu neferiydi.
Tek dileği Bir Oğuz elinde, Türk Yurdunda ruhunu hakka teslim etmekti.
Dileği oldu da. Azerbaycan’da TENGRİ’SINA kavuştu.
Benim dosttan öte ağabeyimdi, boş zamanlarında da beni arar;
“”Ali, param bitti bir 500 gayme gönder” derdi.
Gücüm vardı. Borcunu hiç sormadım. Hep gönderdim. Helal olsun.
Keşke şimdi de arasa da 500 değil 10 bin göndersem.
Onun da telefonunu silemedi.
Ve yakınlarda toprağa verdiğimiz,
Ergün Kaftancı ve Necdet Sevinç abımız.
Büyük gazetecilerdi.
Candılar, kandılar, canandılar.
Gittiler artık yoklar.
Ve bende emeği olan istihbarat şefliğimi yapan,
İlk röportaj denemelerimin yol göstericisi,
Behiç Kılıç Ağabeyim.
O da gitti. Hem de ülkenin onun yol göstericiliğe en ihtiyaç olduğu zamanlarda.

Daha kimler gitmedi ki!
Bakı Avci, Tahir Yaman, Ahmet Akpak, Cengiz Kaluç,
Ender Turhan, Haldun Tekinalp, Şemsi Sılkım,
Tokay Gözütok, Fevzi Kocak bunlardan sadece bazıları.
Yıllarca beraber çalıştığın insanlar.
İyi günümü kötü gününü beraber geçirdiğim insanlar.
Böyle dostların, böyle insanların ismini telefon rehberinden silmek.
İnanın insanın içini acıtıyor.
VE ben silemedim dostlar. Elim maalesef o telefonun “sil” tuşuna gidemedi.
Sanki manevi bir güç benim elimi durdurdu;
“Silme”dedi. Ben de silmedim.
Belki bu telefon sahibinin bir yakını kızı, oğlu, kardeşi, başı dara düşer,
Arar, yardım diler dile.
Belki de sürpriz olur kendi arar diye(!).
Aramadılar da bu arada telefonum çaldı.
Arayan 40 yıllık kan kardeş Ahmet Yabuloğlu”ydu,
Rahmetli Servet Kabaklı Ağabeyimizin seneyi devriyesiydi.
Mezarı başında anacaklardı.1000 km uzaktaydım gelemeyeceğimi biliyordu.
Usulden söylemişti. Geçen yıl olduğu gibi,
Yine gidememiştim ama yazlık dönüşü Servet resimizin, Ahmet’le beraber
Piyer Loti’de mezarı başındaydık
İnşallah ekim ayında yine beraber gitmeyi Allah nasip eder.
Ve gönül dostları ile dostun anlamını anlatan çok özel bir durumu paylaşmak istiyorum.
Kızım Bürçe Uzman psikolog oldu.
Onu güvendiğimiz bir yere bir işe yerleştirmemiz gerekiyor.
Eskiden olduğu kadar olmasa da, gazeteciyiz çevremiz geniş.
Eşe dosta “İŞ” için haber saldık.

Pandemi dönemi iş aslanın ağzında, işsizlik diz boyu,
Yirmiye yakın dosta söyledik.
Sadece üçü geri dönüş yaptı.
Bunlardan biri de kadim dost rahmetli Servet Kabaklı’nın oğlu,
Babası gibi bir yiğit delikanlı olan ve Türk Dünyasına hizmetleri ile vakfı ile onun yolundan yürüyen,
Burak Kabaklı’ydı. Final Okullarından birinin sahibi olan delikanlımız,
Telefonda;
“Ağabey, Bürçe, bizim de kızımız CV’ sini bile gerek yok hemen gönder” dedi.
Bürçe, uçağa bindi, okula gitti, yarınsı günü uzman psikolog olarak işe başlamıştı.
Şu anda çalışıyor ve de işinde çok mutlu.
Bunlar güzel şeylerdi. En güzeli de Burak’ın okul genel müdürüne verdiği talimattı:
“Bürçe bizim evladımız. Hemen işbaşı yapsın”.
Özetle gönül dostları bir dost gitmişti ama evladı baba yadigârı dimdik ayaktaydı.
Ve faydası da inanılmaz bir zamanda dokunmuştu.
Aynı babasının gecenin üçünde belinde silah, panter gibi yanı başımda belirdiği gibi.