2005 yılından beri sağda yazar atölyeleri revaçta. Daha önce yalnızca solun meselesiydi sosyal faaliyetler. Tanzimat döneminde yetişen yazarlar arasında dindarı, milliyetçisi, batıcısı, din ve tanrı tanımazı, laiki, masonu ve daha akla gelen-gelmeyen her görüşten yazar ve şairler yetişti. Osmanlı’nın son 50 yılı övünülecek başarılara hasrettir. Çabalar, gayretler çok ama netice getireni, zafere ulaştıranı yoktur. O zamanın insanlarını gayretsiz, çilesiz, davasız sanmak büyük yanlış olur. Fikir hareketleri ve mensupları günün 24 saatinde faaliyet içindeydiler. Milli Amal Harekatı (MAH) devletin Genelkurmay Başkanlığı himayesinde Osmanlı coğrafyasının her yerine casus memurlar, görevliler gönderiyor ve o tek insandan devletlerin yapabileceği işleri yapmasını istiyordu.

O Mah elemanlarının her biri bir destan kahramanı. Devletin açılan yanını kapatmak için oradan oraya koşup durdular. Delik çok, yamalık parça azdı. Delikleri kapatmaya yetişilebilse bile malzeme yetmiyordu. Ne yazık ki, hiçbir edebiyatçımız, o kahramanlardan hiç biri için roman, hikeaye, şiir, destan yazmadı.

Çanakkale Savaşı sırasında Türk ordusu tamamıyla Alman Genelkurmayının eline geçmiş, tüm komuta kademesi onlara bırakılmıştı. Övünülecek bir durum yoktu. Orada da askerlerimizin, komutanlarımızın, subaylarımızın hiç birisinin ruh durumlarını anlatan bir roman veya hikeaye yazılmadı. Edebiyatçılar ne yazıyorlar Allah aşkına!

İttihat Terakki döneminde de insanların her biri ateş topu. Gayret, fikir, hareket nefes nefese. Olmuyor. Başarı gelmiyordu. Tüm çabaları alıp götüren mağlubiyetler yaşanıyordu. Milli İstihbarat Dairesi casus memurlarının çalışmaları da beklenen başarılara yol vermiyordu. Osmanlı Devleti son nefesini verirken, onun gayretli ve ateşli, büyük hayaller sahibi evlatları elde kalan çok az olanaklarla küçük de olsa yeni bir devleti ikame edebildiler. O son döneme şahit olan kimi edebiyatçılar önemli romanlar ve hikeayeler, şiirler, edebi eserler yazdılar. Bugün Türk kılasikleri diyebildiğimiz eserleri o dönemin şahitleri olan edebiyatçılar yazdılar.

Fikir ayrılıkları bitti bir dönemde. İki öbek oluştu. Batıcı devlet aydınları ve mağlup-kırgın Batıya karşı olanlar. Sürgünler, hapisler, dışlamalar bir tarafı bitirirken, öteki tarafa alan sonuna kadar açıldı. İşte o önü açılan devlet destekli yazarların eserleri bugün olanlar.

1945 yılından itibaren mağlup, küskün,hicaplı kesim iktidara gelme ışığı yakaladı. 1954 yılında da iktidar oldular. Onlara sağ denildi. Eski, kılasik,dindar, manevi duyguları yoğun olan ve Batı düşmanı da olan bu kesim sanattan, edebiyattan, estetikten daha çok yaşama azmi, ayakta durma çabası içindeydi. Sanat ve edebiyat bu öbek için oldukça lükstü. Fakirdiler. Günlük geçimlerini sağlamaktan acizdiler. Hiçbir şirketleri, işyerleri, varlıkları yoktu. Devlet imkeanlarından nasiplenmiyorlardı. Camilerde en çok onlar vardı. İslam dini fakir-fukara dini, yoksulların dini gibi söylemlere rastlanıyordu.

2010 yılından itibaren bu mağlup, ezik, dargın ve Batı karşıtı, manevi değerleri öne çıkaran fakirler devletin olanaklarını ele geçirmişler ve sonuna kadar massediyorlardı. Artık sanat, edebiyat, estetik onların da gündemine gelmeye başlamıştı. Ama ustaları yoktu.

İman alanında eserler veren tek kişi, ırkı sebebiyle tu kaka sayılmış, devlet eliyle zihinlerde istenmeyen kişi haline getirilmişti.

Soldan veya orta sınıftan gelen bazı isimler vardı. Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Mehmet Şevket Eygi, Kadir Mısıroğlu. Bu isimlerin hepsi de demokrasiye karşı, baskıcı, tek otorite isteyen kişiler. İşte bu kesimin gençleri şimdi yazmak istiyorlar. Edebiyat, sinema, tiyatro eserleri üretmek istiyorlar. Bu yüzden gençlerde yazmak konusunda büyük istek var. Ama nasıl yazacaklarını, ne yazmaları gerektiği konusunda berrak fikirlere sahip değiller.