2004 yılında Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğalgaz kaynakları Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinin önemini arttırmaya başladı. Böylelikle Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Mısır, İsrail, Lübnan ve Libya, Doğu Akdeniz'deki siyasi aktörler olarak yerini aldı. Ayrıca İtalya, Amerika ve Fransa ise enerji şirketleri vasıtasıyla bölgede yerini almakta gecikmedi. Bu bağlamda ise Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Libya aleyhine harekete geçmeye başladı. Bunun en önemli örneği ise Libya'da çıkan iç karışıklıklardan yararlanan Yunanistan, Libya'ya ait 39.000 Km2 deniz alanını işgal etmiştir. Aynı zamanda Yunanistan, Türkiye'yi Doğu Akdeniz'de kışkırtmak ve arama faaliyetlerini durdurmak amacıyla Mısır ve İsrail ile ittifaklar yapmakta ve Türkiye'yi Akdeniz'de enerji mücadelesinde yalnız bırakmaya çalışmaktadır. Buna mukabil Yunanistan, Girit kıyılarından Kuzey Afrika'ya kadar uzanan bir Münhasır Ekonomik Bölge belirleyerek Türkiye'nin yasal hakkı olan Münhasır Ekonomik Bölgesinin bir kısmında hak ihlalinde bulunmaktadır. Yunanistan burada sadece Türkiye'nin değil aynı zamanda Türkiye'nin garantörlüğünü yaptığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin de hakkını ihlal etmektedir. Çünkü Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adanın 400 km güneyindeki alanda kendi başına buyruk hareket ederek uluslar arası enerji şirketlerine araştırma lisansı vermektedir.
Bu yüzden tüm bunların önüne geçmek ve kurulan tuzakları bozmak amacıyla Türkiye, Libya- Trablus'ta kurulan ve Birleşmiş Milletler tarafından ülkenin meşru temsilcisi olarak kabul edilen "Ulusal Mutabakat Hükümeti" (UMH) ile "Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası"nı 27 Kasım 2019 tarihinde imzalaması stratejik bir hamle olarak görülmelidir.
Anlaşmayla Türkiye'nin Marmaris, Fethiye, Kaş kıyı hattından Libya'nın Derne, Tobruk ve Bardiyah kıyı hattına uzanan deniz alanları iki ülkenin kıta sahanlığı olarak belirlendi. Bu sayede Türkiye, Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanlarının belirlenmesinde Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin tek taraflı adımlarla yapmaya çalıştığı oldubittilere müsaade etmeyeceğini bu tarihi hamlesiyle göstermiş oldu.
Hemen şunu da belirtmek gerekir ki; Türkiye bu diplomatik başarısıyla ilk defa münhasır ekonomik bölge anlaşmazlığında öne geçti. Bu konuda Türkiye daha önce hep savunma pozisyonundayken bu mutabakatla rakiplerinin hiç beklemediği ve onları geride bırakan çok zekice bir dış politika izledi. Türkiye bu belge ile mavi vatan olarak gördüğümüz denizlerimizdeki kuşatmayı ortadan kaldırmayı başardı. Türkiye'ye yönelik yalnızlaştırma, çevreleme ve kuşatma şeklindeki siyasi, askeri ve iktisadi girişimlerin hepsi boşa çıkarılmış oldu.
Ancak bu mutabakata başta Yunanistan olmak üzere Doğu Akdeniz'de çıkarları olan herkes uluslararası hukuka aykırı diyerek karşı çıktı. Ancak uluslararası deniz hukukuna göre; "Karşılıklı kıyıların 400 milden az olduğu durumlarda taraflara kendi aralarında anlaşarak sınır belirleme hakkı tanımıştır." Bu maddeye göre Libya-Trablus ile Türkiye arasında imzalanan mutabakat uluslararası niteliğe uygundur.
Türkiye diplomatik alanda bu adımları atarken aynı zamanda bu mutabakata göre askeri adımlarda atmıştır. Çünkü Libya-Trablus'un meşru hükümeti "Ulusal Mutabakat Hükümeti"nin karşısında Türkiye karşıtı olarak bilinen Darbeci Hafter var. Trablus- Ulusal Mutabakat Hükümeti'nin Türkiye ile yaptığı mutabakat sonrası Darbeci Hafter'in Trablus yönetimine daha baskıcı davranıp hatta biran önce Trablus'u ele geçirmeye çalışacağını düşünülüyor. Bu yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan "Eğer talep olursa asker göndeririz" şeklindeki açıklamasının Akdeniz'de yapılan kuşatmayı kırmak için meşru hükümetle yapılan mutabakatı hem diplomatik hem de askeri yönden destek vererek korumaya alması Doğu Akdeniz ve Libya üzerindeki hesapları bozmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.
Böylelikle herkes bir kez daha gördü ki Türkiye kurulan oyunları bir kez daha bozmayı başarıp bölgesel bir güç olduğunu herkese ispatladı.