ALMANYA’NIN Bochum kenti yakınlarında kömür madenleriyle ünlü küçük bir kent olan Herne’de bir St. Anna hastanesindeydik. Kız kardeşim Ayşe Nuran Bağrıaçık’ın son üç günü olduğunu bilmeden oradaydık. Eski bakanlardan Işılay Saygın’ın yeğeni Dr. Hasan Yavuz Ergönenç, kardeşimle ilgileniyordu. Sonunda o zor, hiç unutamadığım, o sözün bittiği günün son anlarıydı. Kardeşim son nefesini vermeden bir imam arıyorduk. Hastane kantininde 3 kişi oturmuş hararetle konuşuyordu. Yanlarına yaklaşıp yardım istedik. Bir tanesi ‘ben imamım’ dedi ve bizimle birlikte kardeşimin odasına geldi. O imamın okuduğu dualar eşliğinde kız kardeşim son nefesini verdi. Cenaze işlemleri sırasında öğrendim ki o imam, orada tesadüfen bulunuyordu. Dr. Ergönenç’ten rica ettim. O da hastane yönetimine bizim yaşadıklarımızı anlattı. Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği’nin (DİTİB) görevlendirdiği imama, o hastanede Müslümanlar için danışmanlık hizmeti vermesi amacıyla bir oda ve Türkçe bilen eleman tahsis edildi. Böylece kız kardeşim gibi hastalara hizmet verilmeye başlandı.

Bir bardak suda fırtına

Aradan 7 yıl geçti. Hemen hemen bu köşede her hafta DİTİB ile ilgili bir bilgi paylaşıyoruz. Geçmişte Kaplancılar dahil, birçok radikal örgüte kucak açan Almanya’da, günümüzde en çok tartışılan İslami kuruluş DİTİB haline geldi... Gittikçe de DİTİB’in çalışmalarıyla ilgili çember daralıyor. Son olarak Aşağı Saksonya eyaletinde cezaevlerinde bulunan tutuklu ya da kader mahkumlarına Ankara’dan gönderilen ve DİTİB’e bağlı imamlar artık hizmet veremeyecekler. Eyalet Adalet Bakanlığı, yabancı devletlerin (Türkiye) etkisinden kurtularak, bağımsız, Almanya’da yerleşmiş bir dini cemaat olmayı başaramadığı gerekçesiyle DİTİB ile yapılan sözleşmenin feshedildiğini bildirdi. Eyaletteki 14 cezaevinden 9’unda Müslümanlara yönelik dini hizmetler veriliyor. Cezaevlerinde görevli 19 imamın, 12 sinin gönüllü, üçünün de Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Almanya’ya gönderilen imam olması, sanki bir bardak suda fırtına koparılıyor hissi veriyor. Ancak DİTİB Aşağı Saksonya Teşkilat yönetiminin geçen yıl Kasım ayında Köln’deki DİTİB merkezi ve Din Hizmetleri Ataşeliğinin işlerine sürekli karıştıkları gerekçesiyle istifa etmesi de Almanların bu konuda elini güçlendiriyor.

Yahudi karşıtlığı artıyor

Almanya’nın DİTİB rahatsızlığının, doğrudan dillendirilmese ya da üstü örtülü olsa da Cumhurbaşkanı Erdoğanfobisinden olduğu biliniyor. Erdoğan rahatsızlığı, Yahudi Cemaatinde de hüküm sürüyor. Almanya ahudiler Merkez Konseyi Başkanı Josef Schuster’in, ülkede özellikle göçmen kökenliler arasında tırmanan Yahudi düşmanlığında Erdoğan’ın İsrail politikasının rol oynadığını ileri sürmesi bunun en büyük kanıtı gibi. Konsey başkanı son iki yılda yaşanan antisemitizmi (Yahudi düşmanlığı) bir kabus olarak bile hayal edemediğini söylüyor. Bu arada Federal Meclis’te Auschwitz-Birkenau toplama kampında hayatta kalanların kurtarılışının 74’üncü yıldönümü nedeniyle, 31 Ocak’ta Nasyonal Sosyalizm kurbanlarını anma oturumu düzenlendi. Federal Meclisi Başkanı Wolfgang Schaeuble toplumu antisemitizm ve ırkçılıkla mücadele etmeye çağırdı. Eski ya da yeni Yahudi düşmanlığının Almanya’da kabul edilemez olduğunu belirten Meclis Başkanı Schaeuble, Yahudilerin kendilerini bu ülkede güvende hissetmedikleri için ülkeden ayrılmayı düşünmek zorunda kalmasının utanç verici olduğunu söyledi. Yasaların yeterli olmadığını vurgulayan Wolfgang Sch‰uble “Günlük hayatta Yahudi düşmanlığına, ırkçılığa ve her türlü ayrımcılığa karşı çıkılması gerekir” dedi.

Yıldız’ın başına gelenler

Eski bir İçişleri Bakanı olan Schaeuble, böyle diyor ama 8’i Türk, 10 kişiyi öldüren NSU terör örgütü ile ilgili gelişmeler de kaygı vermeye devam ediyor. Aşırı sağcı NSU Terör Örgütü davası müdahil avukatlarından Seda Başay Yıldız’a yönelik ırkçı tehdit mektuplarının arkasında Hessen polis teşkilatı mensuplarının olabileceğine dair ipuçlarına ulaşılması, deyim yerindeyse Almanya’yı sarstı. Daha önce 6 polis açığa alınmıştı. Ancak Başay Yıldız, Hesen Polis Teşkilatı simgesi taşıyan HLKA imzalı yeni bir tehdit mektubu daha almış. Avukat hanım ikametgahını değiştirdi. Ev adresi bilgileri de gizli. Ama tehdit mektupları devam ediyor. Avukat yaşananlardan korkmadığını ve artık kendini daha güvende hissettiğini söylüyor. Ancak sokağa çıktığı anda çevre kontrolü yapmayı ihmal etmediğini dile getiriyor. Tehditlere boyun eğmeyeceğini belirten Seda Başay Yıldız “Bu tehditler, sadece beni değil, Alman hukuk devletini, hatta hepimizi hedef alıyor” diyor. Burada ilginç olan tehdit mektuplarının psikologlarca inceletilmesi ve onların da kullanılan terimlere bakıp, “Bunu ifade eden aktif olmayacaktır” demesi. Yani havlayan köpek ısırmaz demeye getiriyorlar. Bir başka garip nokta da, polisin Türk avukata koruma vermemesi ve “isterseniz silah edinebilirsiniz” önerisi. Bu vaziyette bir hukukçunun daha da ötesi bir annenin Ağustos’tan beri yaşadıkları Almanya gibi can güvenliği ve hukukun üstünlüğünü esas olan bir ülkede trajikomik bir durum. Berlin’den selam ve sevgiyle...