MÜNEVVER, aydınlatan, kendisi aydınlanmış, ışığıyla çevresini aydınlatan insana aydın diyelim. Ayıtılmış, uyarılmış, ağah olmuş insana da aydın diyebiliriz. Firenkleşmiş beyinlerin sahipleri entelektüel diyorlar. Çevresinde olan biteni fark eden, insan, cemiyet ve Allah hakkında düzenli düşünceleri olan insana da aydın denebilir. Aydın kelimesini bir zarf olarak alınız ve içine de istediğiniz anlamları mazruf olarak koyunuz.

Din ve namus kaideleri

Münevverden aydına gelişimizin kaderle izah edilecek yanı var elbette. Allah’ın Nur isminin tecellisine mazhar insanlara münevver denirdi eskilerde. Onlar yaşam biçimleriyle, ahlak anlayış ve uygulayışlarıyla çok özeldiler. Din ve namus kaideleriyle süslenmiş bir hayat sürerlerdi. Sonra hızla dindışılık hakim olunca artık münevverlerin yerini dünya ve hayat merkezli yaşayan ilim-irfan sahibi insanlara aydın denilmesini kader bize hediye etti.

Kimseye biat etmez

Aydın insan kendine ait bir yeri olan insandır. O, hiç kimseye biat etmez. Herkesle beraber, herkesten ayrı durmak durumundadır. İktidarla beraber değildir ama karşı da değildir. Başka seçenek partileriyle de beraber durmaz ama onların karşısında da durmaz. O kendi yerinde olayları izler, yapılanları takip eder, düşünceleri duyar ve değerlendirir. Herkesin doğrusunu ve eğrisini bir arada görür. Doğru düşünce ve davranışlardan memnun olur ve yanlış düşünce ve davranışlardan sancılanır. O sancı ile düşünce üretir. Aydının işi davranış sergilemek değildir, düşünce üretmek ve onu kamu oyuyla paylaşmaktır.

Duracağı yer araftır

Namuslu, cesur, adil, vicdanlı, ölçülü olmayan aydın olamaz, aydın görünümü verse de kimse üzerinde etkili olamaz. Düşünce üretiyor, cesaretle kamuoyuyla paylaşıyorsanız, değerlendirmeleriniz adil ise, hüküm verirken vicdanı bir tarafa bırakmıyorsanız, iktidara, güç odaklarına biatınız yoksa herkes size inanır. Aydının duracağı yer araftır. Kimseye yakın değil, kimseye uzak değil. Bütün bunlara rağmen aydın baş tacı edilir sanılmasın. Aydın olmak Allah’ın hem bir lütfudur hem de cezası. Aydın yalnızdır, kendisini anlayacak insan sayısı sınırlıdır. Dillerde dolaşıp duran söz boşuna değildir. Beni bir kişi anladı, o da yanlış anladı. İşte aydının çilesinin bir ucu budur. Kendini anlayacak muhtevaya sahip insan sayısı çok azdır. Dünyanın en büyük ezası anlaşılmamak ve hatta yanlış anlaşılmaktır. Ama bu sancılara, ezalara katlanmanın derin bir hazzı da vardır. İnsanın enaniyetini okşayan bir tarafı var. ‘Ben herkesten farklıyım, üstünüm. Benim gibi kaç kişi var ki cemiyette’ şeklinde böbürlenme şansı sadece aydınlara mahsustur.

Cesaretin öteki yüzü

Bu insana kendine güvenme duygusu verir. Gurur verir, enaniyetini büyütür ve kavileştirir. Ama her özgüven duygusunun öteki tarafında aşağılık duygusu vardır. Cesaretin öteki yüzünde korkaklık olduğu gibi. Bu duygular bir keağıdın ön ve arka yüzü gibi bir arada bulunurlar ve biri ötekisiz olamaz. Ruhbilimcilerin alanıdır. Hangi duyguların öteki yüzünün olduğunu,hangi duyguların iyi polis-kötü polis olduklarını davranış bilimciler bilirler. Aydının kendine ait, kendine özel bir duruşu, ilkeleri, vicdanı, namusu, aralıksız ve nizami düşüncesi olmalıdır. Aydın, kimsenin tarafında yer alamaz. Her zaman doğrunun, iyinin, güzelin, Hakkın ve adaletin, gelişmenin yanında olacaktır. Ne kimseye biat eder aydın, ne kimseye savaş açar. Aydın düşünce üretir ve kamuoyuyla paylaşır. Akıllı iktidarlar araftaki aydınlara kulak verirler. Taraf olan-karşı olan o andan itibaren aydın değildir.