ORTADOĞU’NUN kaderi 1900’ların başında bu bölgede petrolün bulunmasıyla bir anda değişmeye başladı. Önceleri Uzakdoğu’ya giden ticaret yollarının kapısı olarak ilgi gören ve sürekli emperyalistlerin denetlemek için hummalı çaba içinde olduğu bu bölge, petrol ile birlikte giderek daha fazla önem kazanmaya başladı. İngiltere eski başbakanlarından Winston Churchill’in donanma gücünü arttırmak için yakıt olarak kömür yerine petrolün kullanılmasını önerdiği andan itibaren çok daha fazla ve çok daha kanlı hesaplaşmaların habercisiydi. Bu yüzden; Churchill, 1936’da Avam Kamarası’nda “Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir” diyebilecekti. Ortadoğu’da hâlâ petrol yüzünden oluk olukkan akarken, tarihi kayıtlarda Türkiye’nin Irak petrollerindeki hakları bir bir ortaya çıkıyor. 5 Haziran 1926 anlaşmasıyla Türkiye’nin Musul’u Irak’a bırakması karşılığı 25 yıl süreyle Irak petrollerinin yıllık gelirinden yüzde 10’unun Türkiye’ye ödenmesi kararlaştırılmıştı. (madde 14).

Belgeler ne diyor?

ALACAĞIN mahiyetini anlamak için, ismini ‘Turkish Petroleum Company’ olarak muhafaza edilen İngiliz şirketiyle Irak arasında yapılan14 Mart 1925 tarihli imtiyaz sözleşmesine bakmak gerekecek.

Sözleşmeye göre, Türkiye Musul ve Kerkük değil, tüm Irak petrollerinin gelirinin yüzde 10’unu alacak (madde 3). Gelir sadece petrol değil, nafta, doğalgaz ve petro-kimya ürünlerini de kapsayacak (madde 1). Bu şirketin dışında ihaleye girip üretim hakkı alan diğer şirketlerin gelirleriyle (madde 6), bu şirketin kurduğu yan şirketlerin gelirleri de aynı uygulamaya tabi olacak (madde 33). Türkiye ile Irak arasında yıllarca dava konusu olan Musul petrolleriyle ilgili kavga, Osmanlı padişahı Abdülhamit dönemine kadar uzanıyor. Musul petrolleri Abdülhamit Han’ın şahsi malıydı. Ancak bunun da bir nedeni vardı. O dönemde İngilizler, Musul petrolleri üzerinde oyunlar oynamaya başlayınca Abdülhamit , petrol kuyularının tapusunu üzerine almış. Ölünce, Ermeni asıllı Fransız avukatı, bu petrol kuyularını izinsiz olarak İngilizler’e satmış, parasını da varislerine ödememiş. Bu konu, Türkiye ile İngiltere arasında dava konusu haline gelmiş. Lozan Antlaşması’na kadar ihtilaf devam etmiş.

Sonunda İngiltere ile anlaşma yapılmış. Bir kanunla padişah malları devlete kaldığı için petrol payı da bütçeye gelir kaydedilmiş.

Yazık... Çok yazık..

1950’li yıllara kadar petrol payını almışız. Ancak sonra Irak bu payı ödememiş. Irak, Musul petrol payını ödemediği halde ‘milli politika’ gereği bu payın bütçede her yıl gelir kalemine eklendiği de tarihi kayıtlarda geçiyor. Bu uygulama bütçenin devamlı açık vermesine neden olduğu için Türkiye ile Irak arasında bir anlaşma yapılarak sembolik olarak görülen bu alacağımızdan vazgeçildi, karşılığında Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı’nın ikinci bölümü inşa edildi, masraflarını da Irak hükümeti karşıladı. O nedenle 1986 yılından itibaren bütçeden bu kalem çıkarıldı. 5 Haziran 1926’da İngiltere ile Türkiye arasında yapılan anlaşmayla Irak’ın sınırlarına son şekli verildi. Ayrıca, Türkiye’ye 25 yıl süreyle Irak petrollerinin yüzde 10’u karşılığında toplam 5.5 milyon sterlin ödeme yapılması kararlaştırıldı. 1927’den 1955’e kadar bu pay ödendi. Toplam ödeme 3,5 milyon sterlindi. Geriye kalan 2 milyon sterlin tahsil edilemedi. Bir zamanlar Osmanlı toprağı olan bu petrol ülkelerinin paylaştırıldığı 16 Mayıs 1916’da imzalanan Sykes-Picot Antlaşması’nın üzerinden yüz yıldan fazla zaman geçti. Buna rağmen kavga sürmekte 100 yıllık rüyalar yenilenmekte. Kan akmaya devam etmektedir. Emperyalist ülkeler ‘demokrasi havarisi’ kesilip onbinlerce kilometne uzaktan gelerek petrol kuyularına çöreklenip Müslüman kanı akıtırken biz hakkımız olanı bile alamadık. Yazık.