MUSTAFA Kemal, 97 yıl önce Amerikalı gazeteci  Isaac F. Marcosson'a verdiği röportajda Ortadoğu ve bugüne değiniyor. Her konuda olduğu gibi bir kez daha ileri görüşlülüğünü sergiliyor. Amerika'da yayın hayatı bugün de süren 'The Saturday Evening Post' dergisinin yazarı Marcosson, Temmuz 1923'te Ankara'ya geldi. Marcosson, Mustafa Kemal Atatürk ve Latife Hanım ile bir röportaj yaptı. Bu görüşmeyle Marcosson'ın Anadolu gezisindeki izlenimlerinden oluşan yazı ilk kez Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi'nin 1 Kasım 1984 tarihli birinci sayısında Prof. Ergun Özbudun'un Türkçe çevirisiyle yayımlandı.

20 Ekim 1923 tarihli 'Kemal Paşa' başlıklı yazıda Marcosson, Atatürk için "Onu üniformalı göreceğimi zannediyordum. Oysa çizgili gri pantolon ve rugan ayakkabılarla siyah bir jaketataydan (kuyruklu ceket) oluşan çok şık bir kıyafet içerisindeydi. Kanat yaka ve mavili sarılı bir kravat taşıyordu" diye yazdı. Atatürk'ün, Amerikalı gazeteci Marcosson'a verdiği röportajda söylediği sözlerin bir bölümü şöyle: "Bir gün, cihan harbinden sonra Ortadoğu'da kurulan suni devletlerin halkları ayaklanacaktır. O gün geldiğinde, yeni kurduğumuz cumhuriyetimizin yöneticileri, bu halkların değil emperyalist güçlerin yanında yer alırsa aynı akıbete kendileri de uğrayacaktır ve Kurtuluş Savaşı'nda yedi düvele haddini bildiren Türk halkı onların da hakkından gelecektir…" Çankaya'da gerçekleşen söyleşinin sonunda Atatürk, "Yeni Türkiye'nin ilk ve en önemli düşüncesi siyasal değil, ekonomiktir. Biz, dünya üretiminin de, tüketiminin de bir parçası olmak istiyoruz" diye devam etti. 

Demokrasi, insan ırkının ümididir

Atatürk, görüşmede Marcosson'ın "Sizin için devlet yönetiminde ideal nedir" sorusuna şu cevabı veriyor: "Pan-İslamizm, din ortaklığına dayanan bir federasyon demekti. Pan-Turanizm ise ırka dayanan aynı çeşit bir çaba ve ihtiras ortaklığını temsil ediyordu. Her ikisi de yanlıştı. Pan-İslamizm fikri, asırlar önce Viyana kapılarında, Türkler'in Avrupa'da ulaştıkları en kuzey noktada öldü. Pan-Turanizm de, Doğu ovalarında mahvolup gitti. Bu hareketler fetih fikrine dayanıyorlardı. Uzun yıllar emperyalizm Avrupa'ya hâkim oldu. Ancak emperyalizm ölüme mahkûmdur. Bunun cevabını Almanya'nın, Avusturya'nın, Rusya'nın ve geçmişteki Osmanlı'nın yıkılışında bulursunuz. Demokrasi, insan ırkının ümididir." Yeni Türkiye'nin temelindeki fikrin bu olduğunun altını çizen Mustafa Kemal, "Biz zor kullanma, fetih istemiyoruz. Kendi ekonomik ve siyasal kaderimizi kendimizin tayin etmesine müsaade edilmesini istiyoruz'' diyor. 

Türkler'e ait bir Türkiye istiyoruz

Atatürk, şöyle devam ediyor: "Woodrow Wilson'ın gayet iyi ifade ettiği self-determinasyon (kendi kaderini tayin) idealine dayanan, Türkler'e ait bir Türkiye istiyoruz. Bu milliyetçilik demektir ama Avrupa'nın pek çok yerlerinde self-determinasyon'u engelleyen bencil türden bir milliyetçilik değil. Ne de keyfi gümrük duvarları ve sınırlar demek. Bizim milliyetçiliğimiz ticarette açık kapıyı, ekonominin yeniden canlandırılmasını, bir vatanda beliren gerçek anlamda ülkesel bir vatanseverliği ifade eder."
 "Aynı emperyalist devletler aynı derecede şiddetle Türk'ün de, Arap'ın da, Irak'ın da, Anadolu'nun da, Suriye'nin de düşmanlarıdır. (...) Şu halde, Anadolu'nun, Irak'ın, Suriye'nin hayatı ve menfaatleri pek sıkı bir tarzda birleşmiş bulunuyor. Demek oluyor ki, Türklerle Iraklılar ve Suriyeliler arasında sıkı dostluk ve uyum siyaseti gerektirir."  Sadece yurdumuzun, yurttaşlarımızın değil tüm insanlığın baş belası olan doymak ve durmak bilmez emperyalizmi zaten O'ndan daha iyi tanımlayabilecek biri de olmadı, olamaz sanırım.