22 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Kapalı
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

OKUMAK VE SÜREKLİ KAÇIŞ HÂLİ

YAYINLAMA:

Şimdi, bakın, bir kitabı elime alınca, herkesin aklına o ulu düşünceler gelir: "Bilgilenmek, aydınlanmak, dünyayı anlamak." Öyle mi dersiniz? Ben pek inanmam. İnsan dediğin, o kadar yüce kaygılarla yaşamaz ki! Okumak, bence, her şeyden önce bir kaçıştır. Kendi can sıkıntısından, kendi yavanlığından kurtulma yolu.

Niçin okuruz? Söyleyin bana. Kendi dünyamız dar gelir. Kapalı, kasvetli bir odaya benzer. Oysa kitaba dalınca, oh, ne büyük rahatlık! Başka bir zamana, başka bir ülkeye gitmek. Sadece gitmek mi? Hayır. Oradaki adamların, o yazılan kişilerin dertlerini, kendi dertlerimizden daha ilginç buluruz. Kendi sıkıntımız ne kadar da sıradan ne kadar da tekdüze! Ama o romandaki kahramanın acısı ne kadar da görkemli ne kadar da sanatlı! İşte bundandır bu sürekli okuma telaşı. Kendi yaşamımızı, o okuduğumuz yaşamın gölgesinde unutuvermek.

Asıl önemli olan, ne okuduğumuz da değil bence, nasıl okuduğumuz. Okumak, öyle göz gezdirmekle olmaz. Bir şeyler öğrenmek niyetiyle, not alarak okumak… Bu da sıkıcı, bilirim. Oysa o yazarın kurduğu dünyada yaşamak gerek. O sözcüklerin tadını almak. Bir denemeyi okurken, o adamın düşüncesine katılıp katılmamaktan önce, o düşünceyi nasıl kurduğunu, hangi sözcüğü hangi yere koyduğunu görmek. Üslup, her şeydir, öyle değil mi? Düşüncenin güzelliği, anlatılış biçiminde gizli kalır çoğu zaman.

Ama gelin görün ki, herkes bir sonuç peşinde. Kitap okuyunca, sanki bir sınava girecekmiş gibi, yazar ne demek istedi, ana fikir neymiş, bunları öğrenme derdinde. Oysa okumak, bir macera olmalı; bir serüven. Her sayfa çevirişinizde, ne ile karşılaşacağınızı bilmemek. Bir yazarın, o koca dünyayı nasıl da ufacık bir kâğıt parçasına sığdırdığını görmek. Bu ne büyük bir ustalık ne büyük bir yürek ister, anlıyor musunuz?

Okumayı, o günlük yaşantının zorunluluklarından ayırmalıyız. Bir görev değil, bir ihtiyaç olmalı. Tıpkı nefes almak gibi. Nefes alırken, "şimdi ciğerlerime şu kadar oksijen girecek," diye düşünür mü insan? Hayır. Öyle kendiliğinden, öyle doğal olmalı. İşte okumak da böyledir. O kaçış hali, o derin dalış… Yoksa, okumuşsunuz, okumamışsınız, ne fark eder? Bir yığın bilgi, ruhunuzu zenginleştirmez ki, size söylüyorum. Ruha dokunan sözler gerek, o sözleri bulmak için de gönül gözüyle okumak gerek.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *