İyi huylu Cemşid bir çeşme taşma şunlan yazdırmış; 

“Bizim gibi nice insanlar vardı, bu çeşme başında oturdu, dinlendi, sonra gözlerini kapayıverdi. 

Kimi mertlikle, kimi kuvvetle dünyaya hükümdar oldu. Ne ki aldıkları yerler hep geride kaldı. 

Süleyman peygamberi düşün. Mal, mülk, güç-erk her şey ondaydı. Tahtını sabah akşam rüzgârlar taşırdı. Peki, şimdi o taht ve sahibi nerde? 

Asıl mutlu kişi, şöhretini ilmiyle adaletine borçludur. Gelen, gider; eken, biçer. 

İnsana iyi ya da kötü bir ad kalır geride. Düşmanını yendiğinde onu öldürme. Bu yenilginin acısı ona yeter. 

Düşmanının minnet ederek etrafında dolaşması; kanının, eteğine bulaşmasından daha iyidir. Daranın bir sürek avında askerlerinden uzaklaşıp ayrı kaldığını duy­dum. Bir at çobanı, koşarak ona doğru ilerliyormuş. Adamı tanımayan Daranın kalbine kuşku düşmüş ve kendine; “Bu gelen, düşmanlarından biri olsa ge­rek. Yanıma varmadan okumla onu öldüreyim,” demiş. Yayını germiş, okunu hazırlamış, biraz daha yaklaşsın diye beklemeye koyulmuş. Bunu gören çoban uzaktan seslenerek; 

“Ey İran’la Turan’ın şahı, ey ulu Dara; kem gözler senden ırak olsun. Ben düşman değilim. 

Efendimin atlarını besleyen basit bir çobanım ve işim yüzünden buradayım.”

Haykırışları duyan Dara rahatlamış ve gülerek; “Hey düşüncesiz adam, sana mübarek bir melek yardım etti. Yoksa öldüğün gün, bugündü.”

Çoban da gülerek karşılık vermiş; “İnsan iyiliğini gördüğü efendisine hiç kötülük düşünür mü? Haddimi aşarak size, doğru yolu göstermek ve bu bağ­lamda öğüt vermek istiyorum. 

Dostuyla düşmanını ayıramayan sultan, acizdir. Büyükler, küçüklerini bilmeli. Siz, beni sarayınızda defalarca gördünüz; atla­rı, meraları sordunuz. Şimdi ben muhabbet ve hürmetle geliyordum yanınıza. Ancak siz beni tanımadınız. Oysa ben, şu yüzlerce at içinde istediğiniz özellik­teki atı hemen bulup çıkarırım. Demek ki çobanlık, akıl fikir işidir. Siz de be­nim gibi olun, sürünüzü iyi tanıyın, onları her türlü tehlikeden koruyun.” Bu öğütler Dara’nın çok hoşuna gitmiş ve hemen oracıkta çobanı ödüllen­dirmiş. Utanmış kendinden ve içinden; “İnsan, bu öğütleri kulaklarına değil, kalbine yazmalı. Bir ülkede hükümdarın tedbiri, çobandan daha aşağı olursa, oranın yıkımıyla kırımı yakındır,” diye geçirmiş.

Rum sultanının, ilim ehlinden birinin huzurunda ağladığım duydum. 

Ona yana yakıla şöyle demiş; “Düşmana karşı koyacak gücüm yok. Şu kaleyle şu şehirden başka mülküm kalmadı. Oğluma ardımda güzel bir miras bırak­mak isterdim. Gör ki soysuz düşman, bende mecal bırakmadı. Bir çare düşün­meli, bir şeyler yapmalıyım. Aksi takdirde kahrımdan öleceğim.” Bilge, bu yakarışlara karşılık sultana kızarak şunları söylemiş; “Boş yere ağlama sultanım. Aklınla gönlünden geçene ağlamak lazım. Bak şu haline, ömrünün çoğu geçip de gitti bile. Mülkün, ömrünün geri kalanı için yeterlidir. Öldükten sonra, yerine geçecek olandan sana ne! 

Bırak o, kendini düşün­sün. Her şeyi bırakıp ölmek yok mu kaderde? O halde cihanı ele geçireceğim diye bu kılıç, bu cenk niye? Geçirdin diyelim, bu kez de onu savunmak için kendini yıpratacaksın ve sonunda bırakıp bu dünyadan ayrılacaksın. Değer mi sence, bunca zahmete? İran şahlarından Feridun’u, Dahhak’ı, Cem’i örnek al; acaba şimdi hangisi hayattadır? Ebedi mülk ve saltanat ancak Allah’ındır. 

Üç beş günlük dünyaya bu denli meyletme. Ahiretini düşün ve ona göre tedbirli ol. Hangi sultanın malı-mülkü, altım-gümüşü, parası akçesi geride kaldı? Tabi ki hiçbirinin. Ama hayır işleri farklı. Ardında hayırlı eserler bırakırsan şayet güzel adın daima hayırla anılır, ruhuna fatihalar okunur. 

Böylesi iyi insanların bedenleri çürüse de, adları ebediyete kadar yaşar gider. Sultanım, kerem ağacı dikip yetiştirmeye gayret et. Zira onun yemişi, diğer meyvelerden çok daha le­ziz ve ümit saçıcıdır. Cömert ol sultanım, lütuf ve ihsanda bulun sürekli. Yarın mahşerde divan kurulunca, herkesin derecesi dünyada yaptıklarına göre ayar­lanır. Padişahım, ibadet ve itaatte ileri olanın, Hak dergahındaki rütbesi yüce olur. Kalbine ihanet eden, ibadetlerini erteleyip itaate kusur işleyen kişi mah­şerde mahcup olur. Allah’tan hangi yüzle ne istesin! İş görmeden ücret iste­mek ne mümkün! Gaflet uykusuna yatanları kendi hallerine bırakma ki yarın yaptıklarından pişman olmasınlar. Tandır kızgın ateşteyken ekmeklerini pişi-remeyenlere benzer onlar. Ekinler harman vakti ürün verir. İş, işten geçtikten sonra çürüyen ekinlerin kime, ne faydası olur! İşte gaflette bulunup gevşeklik gösterenler, çürüyen bu ekinler gibidir.