BIRAZ hatırat sergileyelim de kaç yaşımda olduğum anlaşılsın. Efendim çocuktum. İlkokulda okuyordum. 1960 tarihinde ilkokul öğrencisiydim. Türkiye’de darbe, devrim, ihtilal, inkılap olmuştu. Hadi bakalım kim bilecek. 27 Mayıs 1960’ta ne olmuştu? İnkılap olmuştu. O zamanlar devrim, darbe, ihtilal yoktu. İnkılap vardı. İnkılap kelimesiyle dalga geçen yeniciler köpekleşme diye anlam veriyorlardı.

O günlerden hatırımda kalan ilkokul öğretmenlerim var. Hemen hemen her birini anımsıyorum. İki konu çok fazla önemsenerek öğrencilere anlatılıyordu. Birisi doğum kontrolü, diğeri de çok katlı binalar. ‘Bakabileceğin kadar çocuk yap’ o günlerin sıloganıydı. Sanki hayat hiç değişmeden bir çizgide, inip-çıkmadan yaşanan bir şeymiş gibi. Bu afiş her yerde, her zihinde yerleştirildi. Şehirliler, batıda yer alan aileler, memur ve asker aileler ‘Bakabileceği kadar çocuk yaptı.’ Yani onların arzu ve istekleri o yönde merkezileşince Allah da onların o arzularını kabul ederek, onlara bir iki, ya da en çok üç çocuk verdi. Bunun böyle olacağı zaten mukadder olmalı. Bu sıloganda o tarihlerde Devlet Pilanlama Teşkilatı’nın kurulmuş olması ve 5 yıllık kalkınma pilanları hazırlanmasının da rolü olmalı. Ülkenin nüfus artışı dizginlenirse, ihtiyaçlar daha kolay karşılanır sanılıyordu.

Masraflar gündemde yoktu

İkinci önemli konu da çok katlı binalardı. Öğretmenlerimiz sık sık sohbet ederek bu konuyu dile getiriyordu. Özetle faydalı tarafları anlatılıyor ve teşvik ediliyordu. Sanki binaları biz öğrenciler yapacakmışız gibi. Bir aile 200 metrekare alanı işgal ediyor. Halbuki çok katlı binada 200 metrekareye bir bina yapıldığında ikişer daireden beş katta 10 aile oturacak. Çocuk zihnimiz öğretmenlerimizin ne kadar akıllı ve bilgili olduğunu düşünüyor ve kabul ediyordu. O zamanlar henüz üç veya beş katlı binalar biliniyordu. Daha fazlasına kimsenin aklı ermiyordu.

Üst kattaki gürültünün alt kattakini rahatsız edeceği, halı ve sergilerin tozunun çırpılması sırasında çıkacak kavgaların, köpek ve başka hayvanlar besleyenlerin kokusu ve vereceği rahatsızlık, bu yüzden çıkacak tartışmalar ve kavgalar akla gelmiyor, getirilmiyordu. Hele bina yöneticisi, aidat, kapıcı maaşı ve gideri hiç gündemde yoktu.

Yapı loncaları kapatıldı

Meğer eski devirlerde, halkın genel çoğunluğunun Müslüman olduğu devirlerde, cumbalı, rumbalı, kafesli evler yapıldığında yapı loncaları varmış. O ocakta pişen ustalar, kalfalar ve çıraklar hep bildikleri, öğrendikleri tarzda evler yapıyorlarmış. Öyle olunca da aile mahremiyeti denilen konu çok önemliymiş. Daha Tanzimat Fermanı ilan edildiğinde çok katlı bina yapımı, kagir bina yapımı, kesme taş bina yapımı ve son olarak da betonarme ve hazır beton binalar yapımı teşvik edilmiş. Bu işin hızlı olabilmesi için de yapı loncaları kapatılmış. Kalfalar ve çıraklar işsiz kalmış. Çünki onların bilgileri bu çok katlı binaları yapmaya yeterli değilmiş. Hatta bakış açıları çok katlı bina yapmaya uygun değilmiş.

Batı tipi binalar dönemi

Yapı loncaları kapatıldıktan sonra Batı tipi binalar, çok katlı binalar yapıla durmuş. Adını da koymuşlar; Apartman. Oldukça havalı bir isim. Hatırlarım, apartmanda oturmak medeni olmaktı. Bahçeli, eski tek katlı evlerde oturmak eziklikti. Az gelişmişlikti.

Hey gidi günler! Meğer ülkemiz ve insanımız nereden nereye taşınmış. Ama biz haala aziz Türk milletiyiz. Ona şüphe yok da bir eski değerlerimize dönebilsek...