HER devirde, dönemde, çağda, zaman diliminde insanlar yaşamaktadır. İlim, felsefe, din, tefekkür, olayları anlamaya ve anlatmaya çalışmaları hep yapıla gelmiştir. İlim çeşitli şubelere ayrıştırılmış ve belli sınırlar içinde belli sorulara cevaplar aramaya devam ediyor. İnsan beyni faaliyette olduğu her an; evreni, hayatı, evren ve hayatın sahibini, hayatın öncesi ve sonrasını hep sorup yanıt aramıştır. Bugün de aynı sorulara cevaplar arayanlar, verenler var. Tarihte yer almış hangi tefekkür sahibinin eserlerine bakılsa bu konularda düşünülmüş, kalem oynatılmış olduğu görülüyor.

İmam Gazali, Muhiddin İbn i Arabi, İbn i Sina, Farabi, Sühreverdi, Biruni, İbn i Haldun, Erzurumlu İbrahim Hakkı ve daha yüzlerce beyni faaliyetten ayrı durmayan insan, hep anlamaya ve anlatmaya çalışmışlar. Her bir tefekkür adamı, Hazreti Peygamberin her bir sahabesi gibi insanlara yol aydınlatmaya fener tutuyorlar.

10. yüzyıldan itibaren yeni bir medeniyete dahil olan Türk milleti ilimde Arapça ve edebiyat-felsefesanatta Farsça öğrenmek zorunda kalmış. Öğrenmiş ve dev eserler de vermişler. Hemen bütün düşünürler, insanlığın yaşadığı tedrici gelişimi izah etmeye çalışmışlar. Maddeci düşünürler de aynı sorulara cevaplar aramışlar. Sıklıkla doğruyu bulduk zannı ile batılı hak bellemişler. Ya da adını yanlış koymuşlar. İnsanlık tarihinde bir gelişim var. Bu gelişimi türler arasında değişim seviyelerine çıkaran abartmalar düşünenleri batıla düşürmüş. Evet, insanlık sayıca az olduğunda, yer yüzünde ilk yaşamaya başladıklarında elbette çok şeyi bilmiyorlardı. Öncelikle zaman içinde korunmasını, barınmasını, beslenmesini öğrendiler. Bunları zaman içinde daha kolay nasıl temin edebileceklerini araştırdılar. Toplayıcılık ve avcılık yüzyıllar sürmüş olabilir. Mağaralarda, ağaç kovuklarında, sık dokulu bitkiler arasında yaşanan bir dönem de vardır ve bunun kaç yıl sürdüğü bilinemez.

İbn i Haldun adına ülkemizde üniversite açılan bir Endülüs mütefekkiridir. O da bedevilik, şehirlilik gibi dönemleri anlatır insanlık tarihi içinde. Değerli ilim adamı Purofesör doktor Kadir Canatan da ciddi anlamda İbn i Haldun uzmanıdır.

İbn i Haldun Mukaddeme’si okuyan herkes de bu mütefekkirin şehirleşmenin getirisi konusunda dini ve ahlaki bakımdan eksilerine dikkat çektiğini görecektir. İbn i Haldun endişelerinde haklıdır ve görüşleri aynen ircaa edilmiştir yüzyıllarca.

Toprağa yerleşen insan avcılık ve toplayıcılık döneminden çıkmak zorunda kalmıştır. Zorunluluk onu toprağa yerleştirmiştir. Her mevsimde yeterince toplayacak meyve-sebze olmadığının anlaşılması, toplanınca ve vurunca nebatın ve hayvanın azaldığının anlaşılmasıyla, toprağa yerleşerek nebat ve hayvan üretmek ihtiyacı kendini ayan beyan belli edince insanoğlu sadece tüketmekle olmayacağını, üretmek gerektiğini öğrenmiş oluyor. Tedrici gelişim bu seyirde seyrederken her gün yeni iht,yaçlar insanlara yeni yollar öğretmiştir. Yani laf olsun diye insanlar önce bedevi sonra medeni yani şehirli olmamışlar. Bugün de, insanların en büyük öğretmeni ihtiyaçlardır.

İşin sırrı daha kolay barınmak, korunmak, beslenmek ve yaşamaktır. İnsanlığın bu ‘daha rahatı araması’ kaderidir. Dünyadaki her türlü kötülüğün sebebi de rahat arzusudur. İbn i Haldun işte bu rahat duygusunun şehirlilerde çok güçlendiğini, bunun için de kazanmak, helal-haram demeden kazanmak arzusunun onları hareketlendirdiğini söyleyerek, şehirli insanın bedevilere göre daha az ahlaklı ve daha az dindar olduğunu, olacağını anlatıyor.

En başta şehirli insan toprağı işlemez, hayvanı yetiştirmez. Bunlar zor işlerdir. Temiz kıyafetlerle, süslü elbiselerle ve ellerle yapılamaz. Şehirli daha çok üretilen hayvanı ve nebatı taşır, paylaştırır, satar. Ticaret köy hayatının değil, şehir hayatının uğraş alanıdır. Daha çok kazanmak arzusuna da cevap veren hayat, şehir hayatıdır. Köy hayatı daha çok kazanma arzusuna cevap vermez