Fuzulî hikâyeye Mecnunun babasını anlatarak başlıyor. Arap kavmine mensup bu itibarlı kişinin varisi yoktur. Bu durum için Fuzulî'nin yorumu şudur:

"Fertzendsüz âdemî telefdür
 Bâkî iden âdemi halefdür"

(Oğulsuz insan telef ölmüş sayılır. İnsanı ölümsüz kılan halefidir.)

Fuzûlî ancak kabiliyetli bir oğlun mutluluk getireceğini de belirtir. Akılsız, çirkin davranışlı ve ahlâksız bir oğula sahip olanlara "ah" eder. Çünkü böyle bir velet sahip olan ana baba ayıplanacaktır, utanacaktır.

Oğlu olsun diye çok çabalar harcayan bu kişinin sonunda dileği kabûl olur ve bir erkek dünyaya gelir. Bebek olmasına rağmen kişiliği hayli olgundur. Doğar doğmaz ağlayıp inleyerek sanki şöyle der:

"Ya'nî ki vücûd dâm-ı gümdür
 Âzâdelerün yiri 'ademdür"

(Varlık gam tuzağıdır; hür lerin yeri ise yokluktur.)

Bebeğin cefası bol dünyadan dileği, gamını sürekli arttırmasıdır.

"Zevk ile geçirme rûzgârum
 Fânî olana yoh i'tibârum"

(Günlerimi zevk ile geçirme çünkü fani olana itibar etmem.)

Aşka yönelir; şarabı kan, şarap sunucusu cellat olan bu dünyayı aşk ile unutmak istediğini söyler.

Çocuk büyür, dadısı ona terbiye verir. On bir yaşında sünnet olur, mektebe başlar. Endamı çok ama çok hoştur; aksini (yansımasını) görse bakmaktan kendini alamayacak denli yakışıklıdır.

Kays'ın mektepte birçok arkadaşı olur. Peri gibi güzel ve herkesin sevgisini kazanmış Leylâ ile aralarında muhabbet filizlenir. İkisi de birbirlerinde eşsiz bir güzellik bulurlar. Yazı üzerine tartışıp iddialaştıklarında bile tutkunun sınırlarında gitmektedirler.

"'Işk âteşine budur 'alâmet
 Kim baş çeke şu'le-i melâmet"

(Aşk ateşini kınanma belli eder.)

Söz söylemeye takâtleri kalmaz ki, birbirlerine sevgilerini açıklasınlar... Kaş göz ile anlaşmaya başlarlar. Ancak çevrelerindekiler durumu anlamıştır, aşkları gizli kalmaz. Hâl böyle olunca, Kays artık Leylâ'yla konuşmak için bahaneler üretmek zorunda kalır.

"Tedbîr ile 'ışk zevk virmez
 Tedbîr diyâr-ı 'ışka girmez"

(Aşk tedbirli olarak zevk vermez, aşk diyarına tedbir girmez.)

Dedikodular gitgide artıp aşkları dilden dile yayılınca Leylâ'nın annesi durumdan haberdar olur ve Leylâ'yı azarlar.

"Temkîni cünûna kılma tebdîl
 Kız Sen ucuz olma kadrini bil"

"Oglan 'aceb olmaz olsa 'âşık
 'Âşıklıg işi kıza ne lâyık"

(Temkinli olmayı deliliğe değişme, sen kızsın ucuz olma değerini bil. Oğlan âşık olsa şaşılmaz ama âşıklık işi kızlara lâyık değildir.)

Leylâ'dan mektebi bırakmasını, kalem yerine iğne tutup nakşa başlamasını ister. Anka kuşu gibi yalnızlığı âdet edinmesini öğüt verir. "Adın hep dillerde olsun ama seni görmek mümkün olmasın", der. Kızların gizli olması gerektiğini söyler.

Leylâ ise çaresizce ve de bilgisizce dedikoduları inkâr eder, durumdan habersizmiş gibi cevap verir. Zaten hocaların eziyetlerine katlanmaktansa evde kalmayı yeğlediğini söyler. Ümitsizliğe düşer. Derdini saklasa huzuru kaçmaktadır, kederini paylaşacak olsa dert ortağı bulamamaktadır. Hayâllere sığınıp sabretmekten başka yapabileceği bir şey yoktur.

Bu Gazel Leylî Dilinden Dür

Felek ayırdı meni cevr ile cânânumdan
Hazer itmez mi 'aceb nâle vü efgânumdan

Oda yandurmasa bir şu'le ile nüh feleği
Ne biter âteş-i âh-ı dil-i sûzânumdan

Gem-i pinhân meni öldürdi bu hem bir gem kim
Gül-ruhum olmadı âgeh gem-i pinhânumdan

Âh idi hem-nefesim âh ki ol hem âhir
Çıhdı ikrâh kalıp külbe-i ahzânumdan

Men ne hâcet ki kılam dâg-ı nihânum şerhin
'Âkıbet zâhir olur çâk-i girîbanumdan

Hal bilür yâr degül cân ü dilümden gâib
N'ola ger gâib ise dîde-i giryânumdan

Cân eger çıhsa tenümden eser-i mihri ile
Eser-i mihri sanman ki çıhar cânumdan

Lutf idüp sen meger ey bâd bu günden beyle
Viesen bir haber ol serv-i hırâmânumdan

Ey Fuzûlî gem-i hecr ile perîşândur hâl
Kimse âgâh degül hâl-i perîşânumdan

Leylâ dilinden gazelin yorumu:

Felek zûlmederek beni sevdiğimden ayırdı. Acaba sızlanmalarımdan ve yaygaralarımdan çekinmez mi?

Dokuz kat göğü de bir alevi ile yakıt vermezse yakıcı gönlümün ahının ateşi neye yarar?

Bu öyle bir gam ki gizliliği beni öldürdü (de) gül yanaklımın haberi olmadı.

Yoldaşım "ah" idi ve o (ah) en sonunda istemeye istemeye külbe-i ahzanım dan çıktı. (Ta gönülden "Ah!" ettim.) ( Külbe-i ahzan, hüzünler kulübesi demektir. Hz. Yakub'un Hz. Yusuf'un arkasından ağlaya ağlaya gözlerini kaybettiği kulübenin adıdır.)

Saklı tuttuğum yanığı gözler önüne sermeme gerek yok. (Zaten) sonunda yakamın yırtığından belli olacak. (Üstümü başımı parçalayacağım.)

Allah biliyor ya, sevgili(m) canımdan da gönlümden de ayrı düşmüş değil. Ağlayan gözlerime görünmese ne olur?

Can, tenimden (onun) sevgisinin iziyle (tesiriyle) çıkacak olsa (bile) sanmayın ki sevgisinin izi canımdan çıkar.

Ey yel! Bundan böyle lûtfedersin de o salınan selvimden bana haber getirirsin.

Ey Fuzûlî! Hâl(im) ayrılık gamıyla perişandır. Perişan hâlimden kimsenin haberi yok
tu.

"Bi'llâh ne yamandur âşinâlıg
 Çün vâki' olur yine cüdâlıg"

(Billahî tanışıklık pek yamandır çünkü sonu ayrılığa çıkar.)

Mecnun derdini unuttuğu tek yer olan mektebe gidip de Leylâ'yı göremeyince yabancıların dilinden başlarına böyle bir iş geldiğini anlar. Feleğe yakınır. Leylâ'nın kaşına gözüne benzeterek Leylâ'ya ait güzellik unsurlarıyla münasebet kurduğu harflere, hokkaya, kaleme, kâğıda çıkışır. Günlerce mektepte bir o yana bir bu yana gidip gelerek feryat eder. Geceleri de zihninde Leylâ'ya önce ahbaplık edip de ardından kendisini bırakıp gitmesinin hesabını sorar. Arzuyla sarhoş ve bu sarhoşlukla kendini bilmez bir hâlde olduğunu söyler. "Gamını bana yoldaş yapma. Sarhoşluğumdan bu sırrı açık ediveririm; sarhoşa güven olmaz", der. Bununla beraber aşk belâsını terk etmeyeceğini de söyler.

"Gün şartı deyirler âfitâbı
 Bi'llâh ki bu nüktedür hisâbî

 Her gün ki görünmez âfitâbum
 Men gün dimezem budur hisâbum"

(Güneşin görünmesini güne şart koşarlar, billahi bu bilinen bir hesaptır. Ne gün ki güneşim (Leylâ) bana görünmez, benim hesabıma göre ona gün denmez.) 

Derdinin dile geldikçe arttığını belirtir.

Bu Gazel Mecnûn Dilinden Dür

Ey hôş ol günler ki men hem-râz idüm cânân ile
Ni'met-i vaslın görüp nâzın çekerdüm cân ile

Görmemişti gülşen-i 'ıyş hezân-ı tefrika
Olmamıştı tîre eyyâmum şeb-i hicrân ile

Mehveş Ümden dûstlar devrân cüdâ ister meni
Düşmüşümdür hîç bilmen bitmişem devrân ile

Yitse ger 'âşıklarun eflâke efgânı ne sûd
Yitmek olmaz mâh-veşler vaslına efgân ile

Yaşurup sahlardum ilden dâg-ı hicrânın eger
İtmek olsaydı müdârâ dîde-i giryân ile

Zevkten dîbâce bağlandı kitâb-ı 'ömrüme
Koymadı devrân geçe evkâtum ol 'unvân ile

Ey Fuzûlî ahter-i bahtum müsâ'id olmadı
Kim olam bir dem mukârin ol meh-i tâbân ile


Mecnun dilinden gazel yorumu:

Ey onlar ne hoş günler(di) ki ben sevgili ile sırdaşım. Canla başla nazını çeker, buluşma nimetini görürdüm.

Ömrümün gül bahçesi ayrılık gücünü (henüz) görmemişti. Günlerim ayrılık gecesiyle kararmamıştı.

Dostlar! Felek beni güzelimden ayırmak istiyor. Hiç bilmiyorum; feleğe ne yapmışım (da) bana düşman oldu?

Âşıkların figânları göğe çıksa ne fayda? Ay gibi güzellere feryat figân ile kavuşulmaz (ki).

Ayrılığın yanık yarasını yabancılardan gizlerdim, eğer ağlayan gözlerim) yüzüme gülseydi (onlarla anlayabilseydim).

Ömür kitabıma zevkten önsöz yazıldı; (ancak) hayatımın o önsözle geçmesine felek izin vermedi.

Ey Fuzûlî! Bahtımın yıldızı yardım etmedi ki, bir an o parlayan aya (ay gibi güzel yüzlü sevgiliye) ulaşayım.

"Söz muhtasar ol esîr-i sevdâ
 Bir nev' ile oldı halka rüsvâ

 Kim Kays iken adı oldı Mecnûn
 Ehvâlini itdi gem dîger-gûn"

(Sözün kısası o sevda esiri halka maskara oldu. Ki adı Kays iken Mecnun oldu; gam onun hâlini değiştirdi.) 

Bahar gelir. Arkadaşları Mecnun'a baharın gam çekme değil, kırlarda yayılma ve gezip dolaşma mevsimi olduğunu hatırlatırlar. Belki sevgilisine kavuşma imkânı bulabileceğini söylerler. Mecnun kırlara çıkar. Leylâ'yla rastlaşırlar. Birbirlerini görürler. Mecnun hayranlıktan yüz üstü yere düşer. Leylâ da bayılır. Arkadaşları Leylâ'yı ayıltırlar. Ona bu hareketin yakışık almadığını, ana babası duyarsa zarar gördüklerini söylerler. Toplanıp zar zor Leylâ'yı eve bırakmaya giderler.

Mecnun da kanlı gözyaşlarının tesiriyle uyanır. Leylâ'yı göremeyince üstünü başını yırtar. Arkadaşlarına aşka düştüğünü, melamet rengine boyandığını söyleyip özür diler. "Size bir faydam dokunmadı bari zararım da dokunmasın", diyerek eve dönmeyeceğini bildirir. Babasına: "Beni mazur gör, benden ümidini kes", diye haber gönderir; durumunu izah eden ve gönlünü almaya yönelik bir mektup ile bir de şiir yazar.

Bu Gazel Mecnûn Dilinden Dür

Fesâd-ı 'ışkı tâ gördüm salâh-ı 'akldan dûrem
Meni rüsvâ görüp 'ayb itme ey nâsih ki ma'zûrem

Eger çâk-i girîbân eylesem men' eylemen çün men
Metâ'-ı neden 'ârî libâs-ı 'ârdan 'ûrem

Men ü sahrâ-yı vahşet menzil itmen 'âfiyet küncin
Esîr-i dâm-ı zulmet olmazem çün tâlib-i nûrem

Temerrüd 'akl fermânından itsem dûstlar bi'llâh
Meni re'yümle sanman 'ışk sultânına me'mûrem

Mene kim ta'ne eyler kim nasîhat ehl-i âlemden
Hôşem kim i'tibâr-ı 'ışk ile her dilde mezkûrem

Belâ-yı 'ışk u derd-i dûst terkin kılmazam zâhid
Ne müştâk-ı behişt sen kimi ne tâlib-i hûrem

Heyâl-i çîn-i zülf ü tâk-ı ebrûsiyle zevk gör
Sana Sen haşmet ile Kisrîyem kadr ile Fagfûrem

Gerez bir ad imiş 'âlemde men hem eyledüm bir ad
Bi-hamdi'llâh Fuzûlî rind ü rüsvâlıkda meşhûrem

Mecnun dilinden gazel yorumu:

Aşkın karmaşasını gördüğümden beri aklın verdiği huzurdan uzaktayım. Ey öğüt veren! Beni rezil görüp ayıplama çünkü mazurum.

Yakamı yırtmaya kalkarsam engellemeyin çünkü ben utançtan arınmış, haya elbisesinden soyunmuşum.

Âfiyet köşesinde konaklamam, açlık çölünü seçtim. Karanlık/sıkıntı tuzağının tutsağı olmam çünkü aydınlığı/esenliği istiyorum.

Dostlar! Billahi, aklın emrine inat ediyorsam (da) kendi kararımla aşk sultanına memur olduğumu sanmayın.

Kimileri beni ayıplar, kimi güngörmüşler öğüt verir. Bense aşkın hürmetiyle herkesin dilinde olmaktan, böyle bir şerefle anılmaktan memnunum.

Ey sofu! Dost derdini ve aşk belasını terketmem. Senin gibi ne cennet meraklısıyım, ne de hurileri arzuluyorum.

(Sevgilinin) saçının büklümünün ve kaşının kıvrımının hayâli ile (nasıl) zevk (içinde olduğumu) gör! Haşmetli bir İran hükümdarı (veya) değerli bir Çin imparatoru (olduğumu) sanırsın.

Mesele âlemde bir ad sahibi olmaksa ben de adımı duyurdum. Ey Fuzûlî! Hamd olsun ki rintliğimle ve ayıbı ortadalığımla tanınıyorum.

Mecnun çöllere düşer. Babası durumdan haberdar olunca oğlunu aramaya çıkar. Bir süre bulamaz. Bulduğunda oğlunun perişan hâlde olduğunu görür. Mecnun'un bedeni kan revan içindedir. İhtiyar şaşkına döner. Oğluna derdini sorar, açıklama ister. Mutluluğu için ne gerekiyorsa yapacağını söyler. Mecnûn babasını tanımamıştır: "Ya Leylâ'dan bahset ya da sus", der. Babası hile ile (Leylâ'nın evlerine misafir geldiğini, Mecnûn'u görmek istediğini söyleyerek) oğlunu eve götürür. Annesi Mecnûn'a, onun şanına Arapların reisi olmanın yakıştığını anlatır. Kahramanlık yolunu tutmasını, tahsiline devam etmesini öğütler. Kabilelerinden dilediği güzeli seçebileceğini söyler.