“Kabil havaalanı, Afganistan’ın dış dünyayla ana hava bağlantısıdır ve tün dünyadan Afganistan’a giden diplomatların ve yardım görevlilerinin güvenliği için hayati önem taşımaktadır" ifadesi kullanıldı.

M5 Değisinden Adem Kılıç'ın çeviri heberinde, Alman Uluslararası Güvenlik Enstitüsü (SWP)’de yayımlanan Türkiyr-Afganistan'ı gündeme alan analizde,Türkiye tarafından ortaya konulan bu önerinin, Türk dış politikasının giderek büyüyen geniş çaplı militarizasyonu bağlamında görülmesi gerekiyor. Son yıllarda Ankara, jeopolitik gücünü artırmak için Suriye, Somali, Libya, Doğu Akdeniz ve Azerbaycan’da silahlı kuvvetler konuşlandırdı. Bu adımlarda elde ettiği ölçülü başarı ve herhangi bir maliyet ödememesi Türk politika yapıcılarını daha da cesaretlendirdi. Türk ordusu, Somali ve Suriye’de, silahlı militanların önemli güvenlik sorunları oluşturduğu olaylarda faaliyet gösterme deneyimi de kazandı.

Ancak havalimanı önerisinin arkasındaki ana faktör Türk-Amerikan ilişkileri. Ankara, jeopolitik etkisini artırmak istemesinin yanı sıra, bir dizi diplomatik krizden sonra Washington ile ilişkileri yeniden üst düzeye çıkarmak istiyor.

Türk tarafının, Rus S400 hava savunma sistemini satın alması, Washington’un CAATSA yaptırımları ve Türk üreticilerin yeni F35 savaş uçağı için tedarik zincirinden çıkarılması gibi gibi konularda elinin zayıfladığını biliyor. CAATSA olarak bilinen Amerika’nın Düşmanlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı koyma Yasası, ABD Kongresi tarafından 2017 yılında kabul edilen ve Rusya’yı cezalandırmayı amaçlayan bir yasadır. Aralık 2020’de Türkiye, S400’ü satın alması nedeniyle yaptırım listesine eklendi.

NATO’nun Müslüman çoğunluklu tek üyesi olan Türkiye, Afganistan’da önemli roller oynadı. Eski Türkiye Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, NATO’nun Afganistan’daki ilk üst düzey sivil temsilcisi olarak görev yaptı ve Türk subayları, Uluslararası Güvenlik Yardım Gücü’ne (ISAF) iki kez komuta etti. Şu anda NATO misyonunda görev yapan 500 Türk askeri bulunuyor. Ancak Türkiye hiçbir zaman bir savaş gücü konuşlandırmadı. Taliban ise Türk kuvvetlerini hedef almaktan her zaman kaçındı.

Ayrıca, Türk devlet kurumları ve STK’lar çok çeşitli kültürel ve eğitim faaliyetleri yürütmekte ve kapsamlı insani yardım sağlamaktadır. Raporlar, Türk yetkililerin ve gönüllülerin Afgan toplumuyla eşit şartlarda ilişki kurma becerisini doğruluyor. Paylaşılan dini ve kültürel unsurlar kesinlikle bu ilişkinin iyi ilerlemesinde yardımcı olcaktır.

Taliban Ankara’yı Özbek yanlısı olmakla suçlasa da, Türkiye Afgan toplumunda çok olumlu karşılanıyor. Bu, tüm taraflarla konuşabilme yeteneği ve ISAF’taki savaş dışı rolü ile birlikte Türkiye’yi benzersiz bir konuma yerleştiriyor.

Türkiye’nin Afganistan’da uzun süreli kalışı için tüm Afgan taraflarıyla önceden anlaşma yapılması gerekiyor ve Ankara böyle bir anlaşmaya varmak için diplomatik kapasitesini kullanacak. Ayrıca Türkiye, yalnızca bir güç kalıntısı bırakmaya odaklanmak yerine diplomatik ve insani gücünü Afgan sorununa daha kapsamlı bir yaklaşım izlemek için kullanabilir.

Afgan hükümeti ile Taliban arasında henüz bir barış anlaşması yok. NATO güçlerinin geri çekilmesi hızlanırken, çatışma şimdi Taliban ile Afgan hükümet güçleri arasında. NATO’nun onlarca yıllık yatırımına rağmen, Afgan ordusu Taliban’ın dengi değil. Aslında, büyük bir Taliban saldırısı zaten devam ediyor. Kabil hemen düşmeyebilir, ancak zaman isyancılardan yana. Ancak Taliban elini abartır ve tüm ülkeye hakim olmaya çalışırsa, özellikle Peştun olmayan etnik topluluklardan bir tepki olacaktır.

Bu durumda Afganistan’ın tekrar iç savaşa sürüklenmesi muhtemeldir. Bu koşullar altında, hükümet ve Taliban ile yapılan anlaşmalarda bile, Türk askeri varlığı çok riskli ve sürdürülemez olacaktır. Türkiye, yalnızca Kabil havaalanını korumaya odaklanmak yerine, şiddet kontrolden çıkmadan önce diplomatik ağırlığını Taliban ile hükümet arasında barışçıl bir çözümün arkasına koymalıdır. 

Afgan partileri arasında daha geniş bir anlaşmaya yönelik ilk adım, Ankara’nın her biri ile bir anlaşmaya varması olacaktır. Bu yol muhtemelen taşlı bir yol ama çok daha büyük ödüller sunuyor. Türkiye, söz konusu engelleri aşmak için kesinlikle diğer ülkelerin desteğine ihtiyaç duyacaktır.

İlk zorluk, Türkiye ve uluslararası toplumun şimdiye kadar başaramadığı, Taliban’ı Afgan hükümetiyle müzakere masasına getirmektir. Burada Türkiye, Pakistan ve Katar ile olan olağanüstü iyi ilişkilerinden yararlanabilir. Katar, Taliban’ın tek dış ofisine ev sahipliği yapıyor ve ilişkiler samimi. Birçok üst düzey Taliban liderinin ikamet ettiği Pakistan en büyük güce sahip. Afgan toplumunun geniş kesimleri Pakistan’ın kendi ülkelerine müdahil olmasına kaşlarını çatsa da, Pakistan’ın Taliban üzerindeki etkisi müzakere edilmiş bir çözüme ulaşmak için çok önemli olacaktır.

Avrupa daha aktif olmalı ve Türkiye’nin çabalarını diplomatik ve ekonomik olarak desteklemelidir. Ahlaki olarak doğru olanın bu olmasının yanı sıra, Avrupa’nın da somut bir çıkarı var. Afganistan’da savaşın yeniden canlanması bir göç dalgasını tetikleyecektir. Afganlar halihazırda 3,6 milyon Suriyeli mülteciden sonra Türkiye’deki en büyük ikinci göçmen topluluğu. Ayrıca 2020’de Almanya’daki ikinci en büyük yeni sığınma başvuru grubunu oluşturdular. İran’ın açık kapı politikası göz önüne alındığında, Türkiye’ye ve Avrupa’ya Afgan göç dalgaları beklemek gerçekçi olacaktır. Eğer Türkiye başarılı olamazsa yeni bir mülteci krizinin hayaleti beliriyor.”

Editör: Haber Merkezi