İSTANBUL (AA) -SELAHATTİN YILDIZOĞLU- Eskinin İşçi Partisi destekçisi, sermayedarlarının değişmesiyle git gide faşist bir çizgiye yerleşen ve artık bir propaganda aygıtına dönüşmüş, Siyonist devlet elitinin gayri resmî bir aparatı haline gelmiş The Jerusalem Post gazetesinin 15 Mayıs 2021 tarihli nüshasında Seth J. Frantzman imzalı bir “analiz” yayımlandı.  “Analiz” ibaresini tırnak içinde kullanmamızın sebebi, bu yazının -taraflı bile olsa- bir analizden beklenen asgari argümantasyona sahip olmamasıdır.

Argümanlar sunmak ve bunlar üzerinden akıl yürütebilmek şöyle dursun, Frantzman’ın yazısı aklın tatile gönderildiği bir hezeyan belgesine dönüşmüştür. Biyografisine bakıldığında eğitimli bir yazar olduğu anlaşılan Frantzman’ın söylemek istediğini yazılı olarak ifade edebilecek kabiliyete sahip olmadığını düşünmek muhal olduğuna göre, onun böyle bir yazı yazabilmesinin -daha doğrusu yazamamasının- tek bir makul açıklaması kalıyor: Belli ki işlediği savaş suçları ve gerçekleştirdiği katliamlar artık -Siyonizmin bir uzantısı işlevini gören- uluslararası medya tarafından örtülemez hale geldiği için telaşlanan İsrail’in resmî yalan üretim merkezinin başındaki bir neo-Goebbels’dan gelen direktif doğrultusunda acilen bir yazı üretebilmek için Frantzman aklına gelen her herzeyi birer argümanmış gibi alt alta dizmiş. Muhatap olduğumuz yazı buna her ne kadar uygun olmasa da biz yine de akıl ve izan çerçevesinde bir cevap vermeye çalışacağız. Umulur ki “gerçeğin aşıldığı” (post-truth) şu çağda hâlâ aklı ve izanı önemseyen insanlar kalmıştır.

Hem yazının geneline sirayet eden hem de ilk paragrafında açıkça bildirilen asıl “sorun” Türk medyasının -bilhassa devletle ilişkili medyanın- bölgenin en çok “İsrail karşıtı” haber yapan medyası olmasıdır. Frantzman İran ile kıyaslayarak Türk medyasının öne çıktığını söylüyor. Frantzman’ın bu tespiti bizim yukarıda sunduğumuz tezi güçlendiriyor: Belli ki asıl rahatsızlık TRT ve Anadolu Ajansı’nın (AA) bilhassa farklı dillerde İsrail’in savaş suçlarını haberleştirmesidir. Uluslararası medyanın Siyonist devletin bir uzantısı gibi çalıştığı bir vasatta, duvarda açılacak bir gedik bile İsrail’in yalan makinesini korkutmuşa benziyor. Tam da bu nedenle Frantzman’ın yazısı bir eleştiri değil, TRT ve AA için ancak bir övünç vesilesi olabilir. Haddizatında Türk medyasına karşı bir eleştiriymiş gibi öne sürülenler de akıl ve izandan yoksun hezeyanlardan ibarettir.

Frantzman TRT’nin aralıksız şekilde İsrail karşıtı “propaganda” ürettiğini iddia ediyor. Bu iddiasına delil olarak gösterdiği örnek ise TRT’nin Binyamin Netanyahu’nun yayınladığı videonun yanlış olduğunu, “Filistin’den gelen gerçeği” yayınlayacağını duyurmasından ibaret. Netanyahu’nun İsrail’in saldırı altında olduğuna dair Batılılardan empati bekleyen videosuna cevap veren TRT World Frantzman’ın iddia ettiği gibi “İsrail’in Gazze’yi abluka altına aldığını ve çocukları öldürdüğünü” gösteren bir video yayımlamıştı. Bu durumda akıl ve izan sahibi her insan soracağı soru şudur: Hangisi yanlış? İsrail’in Gazze’yi abluka altına aldığı mı, yoksa çocukları öldürdüğü mü? Frantzman’ın dillendirmediği fakat Siyonist savaş aygıtını kızdırdığı anlaşılan ikinci haber yine TRT World tarafından verilmişti. Netanyahu’nun sözcüsü Ofir Gendelman tarafından Twitter’dan yayınlanan bir video marifetiyle “İsrail’in ateş altında” olduğu iddia edilmişti. TRT World ise yayınladığı video haberde, iddiaya konu olan görüntülerin 2018 yılında internete yüklenmiş olduğunu ve Suriye’de kaydedildiğini kanıtlamıştı. 

Frantzman’a göre TRT’nin ikinci “suçu” ise İsrail’i desteklediğini göstermek için başbakanlık binasına İsrail bayrağı çeken Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’u eleştirmesi ve “özgür Filistin” sloganlarıyla İsrail’i protesto eden Filistin yanlısı göstericileri “halk gücü” olarak göstermesiymiş. Yetmezmiş gibi Türk medyası Kudüs’e “Jerusalem” yerine “Kudüs” diyormuş. Binlerce yıl boyunca Müslümanların ve bizzat Türklerin idaresinde kalmış ve “Kudüs” olarak adlandırılmış bir şehre bugün Türklerin İngilizce “Jerusalem” ya da İbranî “Yeruşalim” ismiyle atıf yapmasını beklemek ancak aşırılıkçı hezeyanlarla aklı felç olmuş birinin yapabileceği bir iştir. Diğer taraftan Frantzman’ın bu yazıyı yayımladığı gazetenin çevrimiçi versiyonundaki biyografisine  baktığımızda, kendisinin okutman olarak görev yaptığı üniversitenin adı da Kudüs Üniversitesi (Al-Quds University) olarak görünüyor. Oysa şehrin isimlendirmesi konusunda bu kadar “hassas” olan birinin bu isme sahip bir üniversitede görev yapmayı da reddetmesi beklenirdi.

Frantzman’ın Kudüs konusundaki bir başka “alınganlığı” ise TRT’nin Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğunu reddetmesi. Fakat Frantzman’ı daha da üzmek pahasına söylemeliyiz ki sadece TRT değil Türkiye Cumhuriyeti de -dünya üzerindeki birçok devletle beraber- İsrail’in işgal ettiği Kudüs’ü başkent ilan etmesini kabul etmiyor. Frantzman için çok daha acısı, Birleşmiş Milletler (BM) de İsrail’in bu kararını tanımıyor. BM Genel Kurulu’nda kabul edilen 23 Ocak 2009 tarihli 63/30 sayılı karara göre “İşgal gücü olan İsrail'in kutsal kent Kudüs hakkında gerek yasama gerek yargı olarak dayattığı kanunlar yasadışıdır; dolayısıyla geçersizdir ve İsrail tek taraflı yasadışı kanunlarını geri çevirmeye çağrılmaktadır”. BM’nin Kudüs konusundaki tavrı Paylaşım Planında belirtildiği üzere şöyledir: “Kudüs şehri corpus separatum (bölünmüş gövde) olarak özel uluslararası rejime tabi tutulmalıdır ve Birleşmiş Milletler tarafından yönetilmelidir”. Filistin Halkının Devredilemez Haklarının Tatbiki Komisyonu tarafından hazırlanan rapora göre, taraflar arasında şehir hakkında bir uzlaşma sağlanana kadar şehrin statüsünün corpus separatum olarak kalması gerekmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından alınan altı karar da İsrail’in Kudüs üzerindeki haklarının reddedilmesiyle ilgilidir. İsrail’in 1980 yılında uluslararası kararlara aykırı olarak tek taraflı şekilde Kudüs’ü “bölünmez ve daimî başkenti” olarak ilan etmesini ihtiva eden “Kudüs Yasası” da BMGK tarafından tanınmamıştır. Velhasılıkelam Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak ilan edilmesi uluslararası hukuka aykırıdır ve Avrupa Birliği (AB) gibi uluslararası kuruluşlar ve BM üyesi birçok ülke bu kararı tanımamaktadır. Hal böyleyken TRT’den ve Türk medyasından Kudüs’ün statüsü konusunda İsrail taraftarlığı ya da bir Trump sevimliliği beklemek ahmaklıktan başka bir şey olamaz.

Frantzman TRT’yi gazetecilik yapmamakla, soruşturma yürütmeden haber yapmakla suçluyor. Oysa TRT her haberini belgelere dayandıran bir yayın kuruluşudur; hele İsrail’le ilgili tarihi boyunca yalanlanmış bir tek haberi olmamıştır. Frantzman’ın Türkiye’deki basın özgürlüğüne dair eleştirileri ise uluslararası gazetecileri öldüren, binalarını bombalayan İsrail’den yazıldığında ancak bir komediye dönüşüyor. İsrail her dönem olduğu gibi son saldırılarında da AA ve TRT çalışanı gazetecileri hedef aldı. Bu yazı kaleme alınırken Associated Press (AP) ve El Cezire’nin bulunduğu binanın İsrail tarafından yerle bir edildiği haberi geldi. 

Bu saçma iddialarıyla ısınma hareketlerini tamamlayan Frantzman yavaş yavaş asıl meselelere geçiyor. TRT’nin Hamas liderinin sözlerine yer vermesi Frantzman için kabul edilemez bir “suç” tabii ki. Oysa Türkiye’nin bu konudaki tavrı açıktır: “Gazze’de demokratik seçimlerle iktidara gelen ve bölgenin önemli bir realitesini teşkil eden Hamas’ın meşru temsilcisinin terörist olarak nitelendirilmesi bölgede barış ve istikrarın tesisine yönelik çabalara katkı sağlamayacaktır”.[6] Eğer terörden bahsedilecekse, Türk insanının kahir ekseriyetinin İsrail’i terörist olarak gördüğü söylenebilir. Bununla yetinmeyen Frantzman TRT’nin “İsrailli yerleşimciler Filistinlilere saldırmak için silahlı milisler teşkil ediyor” haberine tepki gösterebilmek için Türkiye’ye karşı son dönemde geliştirilen bir kara propaganda unsurunu hatırlatıyor. Bütün Türkiye düşmanlarının zevkle dillendirdiği, Türkiye’nin Libya’ya Suriyeli milisleri götürdüğü iddiası asla kanıtlanamamış bayatlamış bir yalandır. Zaten dile getirildiği ilk zamanlarda bile ciddiye alınabilir bir iddia da olmamıştır. Elinde hiçbir malzeme olmayan Frantzman bayat yalanlara başvurmak zorunda kalıyor.

Frantzman’ın Türkiye düşmanı uluslararası cephenin bir aparatı olduğu, yazısının ilerleyen kısımlarında, artık bayatlamış ve inandırıcılığı kalmamış bir başka meşhur yalana dayanmasıyla tebarüz ediyor. Frantzman bir zamanlar Türkiye düşmanlarının ağızlarından salyalar akıtarak dillendirdiği Türkiye-DEAŞ ilişkisi yalanını yüzü kızarmadan yazabiliyor; hem de kendisinin uzmanlık alanı DEAŞ olduğu halde. Oysa somut gerçek apaçık ortadadır: Soruna müdahil diğer devletlerin DEAŞ’ı kendi politikalarını meşrulaştırmak için bir aparat olarak kullanmalarının ve ona karşı sahte bir “savaş” yürütmelerinin aksine, Türkiye DEAŞ’a karşı askerî operasyon yürüten biricik devlettir. Eğer konu komplo teorisi seviyesinde ele alınacaksa, DEAŞ’ın asla İsrail’in çıkarlarının aleyhine bir eylemde bulunmaması çok daha dikkat çekicidir; ayrıca DEAŞ’ın ideolojik olarak Türkiye’nin temsilcisi olduğu geleneksel İslam’ın azılı bir düşmanı olduğu hatırlandığında, onun ideolojik ve lojistik kaynakları İsrail’in Körfez’deki yeni küçük müttefikinde aranmalıdır. Hele İsrail’in satın aldığı bir ajan da bu “işlere” vaziyet ediyorken. Muhtemelen Siyonist elit Libya’da DEAŞ’ı var edememesinin önündeki engel olarak gördüğü için, Türkiye’ye karşı bu yalanı sürdürmek istiyor.

Sonuç olarak Frantzman’a hatırlatmak gerekir ki hangi inançtan, hangi etnik kökenden, hangi siyasi fikirden gelirse gelsin, Türkiye’de -asla kitleselleşemeyecek birkaç nüfuz ajanı dışında- İsrail’e sempati besleyen bir kitle hiçbir zaman var olmadı. Bu yüzden İsrail karşıtı görüşlerin sosyal medyada yayılması için Frantzman’ın iddia ettiği gibi Türk medyasının haberlerine gerek yok. Kafasını Siyonist kara propaganda aygıtından kurtarabilen her özgür insan İsrail’in işlediği suçları görebiliyor. Bu suçlar ve onları aklamaya çalışan Frantzman gibi aparatlar -şimdilik uluslararası hukukun tutanaklarına olmasa bile- tarihin utanç sayfalarına kaydediliyorlar.

Editör: Haber Merkezi