TOPLUMLARIN yönetim biçimleri öncelikle, o insan topluluklarının yaşama biçimiyle ilgili olarak değişim göstermiştir. İnsanlar hep adaleti, iyiyi, güzeli, faydalıyı, Hakk’ı aramışlardır. İnsan tabiatı, naturası, fıtratı buna uygundur. Her insan esasında Hak ve Adalete vurgundur, isteklidir, taraftır. Hep bunu arar. Ama çoğu zaman Hak zannıyla batılı, yanlışı alıp koynunda saklar. İşte insanın bu özelliğinden dolayı devamlı bir arayış sürüp gider. Toplumların yönetilmesinde de bu arayış, yeni yönetim biçimlerini denemeye insanlığı mahküum etmiştir. İmparatorluk adı verilen büyük topraklı, çok nüfuslu, sayısız ayrı aileler, kavimler, milletler bir arada devlet kurmuş ve bin yıllarca devam etmişlerdir.

Elbette derebeyi devirmek kadar kolay olmamış monarkları, imparatorları devirmek. Elbette yönetim güçlü oldukça değişim zor olmuştur. İktidarı eline geçiren derebey, kıral, hanedan, fırka gücü oranında değişime karşı çıkmışlardır. Bu yüzden çoğu değişim kanlı, hem de çok kanlı olmuştur. Tarımdan imalata, esnaflığa, küçük ticarete, şehirleşmeye geçen insan hayatı yönetim biçimini de istemese de değiştirmek zorunda kalmış. Sonra da büyük değişimler önden, yönetimler arkasından gelmiştir. Her yönetim biçimi kendisinden öncekilere karşı yeni kurallar geliştirerek, eskiye karşı çıkarak geldiği için birbirlerinin karşıtı olarak algılanmışlar. Komüncülüğe karşı anamalcılık gibi, sosyalciliğe karşı faşistlik gibi. Teokrasiliğe karşı laiklik gibi.

Birinci Dünya Savaşı

Faşistlik 19. yüzyılın ve 20. yüzyılın ilk yarısının yönetim biçimi. Büyük devletler parçalanarak yerine ırkları esas alan ulus devletler kuruluyor. Birinci dünya savaşının getirdiği bir sonuç. İtalya’da Benito Mussolini ve düşünür Giovanni Gentile marifetiyle ırk üstünlüğü iddiasıyla, ırka dayalı devlet kurmak düşünce nizamı oluşturulmuş. 1922-1943 yılları arasında İtalya’nın faşist lideri Mussolini’dir. Almanya’da Adolf Hitler, İspanya’da, Rusya’da ve onlara özenen başka başka ülkelerde faşistlik hem siyasi parti, hem yönetim biçimi olarak yaşandı. Ulus devletler kurulduğunda yönetimler tamamen değişmişti tüm dünyada. Bu değişime ayak uyduramayanlar güç kaybettiler. Başka dünyalarda, üçüncü dünyada kaldılar. Faşist bir kişiye göre; doğruları yalnızca kendi ve kendisi gibi düşünen inanan kişiler bilir. Kendi ırkı dünyada, insanlar içinde en nitelikli, en üstündür. Ötekiler ancak bu üstün ırka tabi olabilir, hem de hizmetinde olarak.

Zulüm her yerde yaşanıyor

Bu duygu sonraları yönetim biçimleri değişse de insanların beyninden çıkarılamadı. İnsanlar kendilerine yol açıncaya kadar son derece insancıl, özgürlükçü, birey girişimine açık, demokrat. Fakat gücü eline geçirdiği ve onu her dakika artırdığı oranda su katılmamış bir faşist oluveriyor. Bugün her siyasi düşünce bu hastalıkla maluldur. Bugün insanların Yahudi, Batılı, Müslüman olması bile faşistlik duygularında bir farklılık oluşturmuyor.

İktidarı ele geçirinceye kadar demokrat, özgürlükçü, geniş ufuklu olanlar, iktidara geldikten sonra hiç taviz tanımayan birer Mussolini kadar, Hitler kadar sert, katı, acımasız, laf dinlemez, laftan anlamaz oluveriyorlar. O zaman insan kendi kendine soruyor. Müslüman olmak nerede bir fark ortaya koyuyor? Teokratik yönetimler bir devir yaşanmış ve yok olmuş değiller. Vatikan devam ettiği gibi, İhvan-ı Müslimin de, Müslüman Kardeşler de ve onlara özenenler de başka başka ülkelerde yönetimde devam ediyorlar. Dünya değişmiş, başka milletler sanayileşmeyi tamamlayıp, bilgi ve robot çağına girmiş, devletleri artık sermaye şirketleri mali varlıkları gücünde yönetirken; kimi ülkelerde derebeylikten, hanedana, hanedandan ırkçılığa, ırkçılıktan faşistliğe her renkte yönetim arzularıyla, despot, dayatmacı, dediğim dedikçi yönetimler devam ediyorlar. Hiç mi hiç gitmeye de razı değiller. Zulüm, eza, eziyet, işkence, bütün rengi ve tonuyla dünyanın her yerinde yaşanıyor. Tüm dünyada hemen her insan, yönetimde olanlar dışında kalan insanlar adaleti, Hakkı aramaya devam ediyor.