Ünlü tarihçi İlber Ortaylı, Hürriyet gazetesindeki bugünkü yazısında çocuklarla ilgili çarpıcı bir yazı kaleme aldı.

Ortaylı'nın yazısından bir bölüm şöyle:

"Türkiye çocuklara karşı işlenen suçlar ve cinayetlerde önde giden bir ülke değil. Dış ülkelerde çok daha feci olaylar oluyor ama oralarda duyuluyor; biz de duyulmuyordu. (Mesela Fransa’da 1984’te eli kolu bağlanıp suya atılan Grégory Villemin cinayeti halen çözülemedi.) Aslında sayının azlığı da mühim değil. Bizi yaralayan, kendi çocuklarımızın hali. İnsanların yalnız kalabalıkta yetiştiği, ailenin dışındaki akrabalık ve sülale ilişkileri ile pek araları hoş olmayan en azından Tacitus’un Germania’sından beri bildiğimiz Germen yalnızlığı bu toplumda yoktur, başka problemler vardır. Fakat aile ve mahalle baskılarının sadece sıkıcı bir yönü üzerinde duranlara karşılık bizim kuşağın hayatında bile bunun koruyucu bir müessese olduğu görülürdü. Çok insan babaanne, anneanne ile dedenin verdiği kültürel kalıplarla şekillenmiştir. Üzerinde teyzesinin emeği, annesininkinden çok olanlar vardır; teyze, yarı annedir. Hayatı onlarla paylaşan damat bey, ailenin sevilen eniştesidir.

Bu süratle kayboldu. Türkiye’de endüstrileşme ve çarpık şehirleşmenin paletleri bütün bu insanları sildi. Yerine yenileri türedi. Baba anneyi dövüyor, boşanıyorlar veya adam ölmüş oluyor. Kadın, üzerinde hiçbir etki yapmamış bir sevgili buluyor. Yeni gelen adamın işi, çocukları istemem demekle başlıyor. Çocuk yok ediliyor, en son örneğini birkaç gün evvel gördük. Sevimli bir 4.5 yaşındaki bebeğin cesedi ortaya çıktı. Etrafta dilenen çocuklarıyla yaşamaya çalışan kadınlar var. Sosyal kurumların hatta hanımların ve beylerin kurduğu vakıf ve yardım derneklerinin ilgileri dışındalar. Şu ara yiyecek sıkıntısı bile çekiliyor.

En son haber; Cem Muhammet adlı çocuk dayak yiyip boşanan şaşkın bir anne tarafından anneanneye teslim edilmiş. Oradan henüz tam aydınlanmamış bir süreçte teyzesinde kalmaya başlamış. Teyze, her yerde ve her zaman görülen ruh hastalarının tipik örneklerinden; yaşadığı evi çöplük haline getirmiş. Bir de kendi kızı var. Herhalde bunaldığı zaman onun yanına gidiyor. Kızı Korece öğreniyormuş. Çöplükte bir de bakımını sözde üstlendiği ama bakmadığı çocuk var. Neredeyse 17 kilo, bir kadavra halinde buldular.

Hastanede, ilk safhayı hekimlerimizin ve tıp personelimizin başarıyla tamamlayacağına şüphemiz yok. İşin acı tarafı ondan sonra başlar. Medyada başarı raporları okumakla meşgul Aile ve Sağlık Bakanlığı devreye girecek ve sadece canı kurtulan, ruhen altüst olmuş yavruyu bizim sosyal yardım kurumlarımıza; yani yetimhaneye verecekler. Bu rehabilitasyon sürecinin doğru tamamlanacağına inanır mısınız? Koruyucu ailelere müracaat bile edilmeyeceği açık. İsteyene de kim bilir neler söyleyecekler. Çünkü şaşkın anne de henüz ortada ve kanunen onu dinlemek zorundalar veya kolaylarına gelecek. Akdeniz Üniversitesi’nin muhterem hocaları (Rektörümüz Prof. Dr. Özlenen Özkan ve Hastane Başhekimi Prof. Dr. Yıldıray Çete) inşallah bu süreci tedaviden sonra da devam ettirir, gözlerini hastadan ayırmazlar.

Türk halkı merhametlidir. Bosna’da konsantrasyon kamplarında Sırpların elinden kurtulan anneler ve beş bin çocuğuna bakmaya kalktılar. O zamanki hükümet bunların gelişini tasdik etmedi; çocukları evlat edinmek isteyenler alamadılar. Benzer mekanizma devam ediyor. Sahipsiz veya sorumsuz sahiplerinin çocuklarını koruyucu ailelere vermek zorundayız. Türkiye’de doğumlar azalıyor. 30 sene içinde nüfus problemimiz ortaya çıkacak. Doğan çocuklarımızı şu veya bu şekilde toplum olarak benimseyip korumalıyız.

Genel prensip; sabah kahvaltısını veremediğiniz, uykusundan önce kendi anlayışınıza göre konuşmayıp bir masal anlatamayacağınız veya bazı nasihatlerde bulunamayacağınız yavruyu doğurmanız tavsiye edilmez ama tabii bu kuralı tanımayan, tanıyamayan insanların doğurduklarını da sepete atacak değiliz. Haydi gayret ve şefkati harekete geçirelim."

Editör: Haber Merkezi