HAYATI kavramak marifettir, sanattır. Hayat hiç kimse için kolay değildir. Kolay hayat insan yeteneklerinin ortaya çıkmasına, gelişmesine fırsat vermez. Tam da burada hayatın kolaylığı da zorluğu da nasıl karşılanacak sorusu ortaya çıkar. Hayatın zorluklarını aşılması gereken tümsekler olarak algılamak da var, her tümsekle karşılaşıldığında acizlik hissedip ağlayıp-sızlamak da var. İşte mutlu olmak, mutsuz olmak bu noktadan doğuyor. Birinci ilkeyi söyleme zamanı geldi. İçinde bulunduğunuz şartları kabul edin. Benim böyle bir hayatım var. Ne yapacaksam bu şartlar içinde yapacağım demeli insan. Ah vah ederek, ben buna mı layıkım diyerek, neden ben diyerek hiçbir olumlu sonuca ulaşılamaz.

Herkesin bir derdi var

Başınıza gelen olumsuzluklar etrafınıza iyi baktığınızda başkalarının da başına gelenden farklı değildir. Herkes hastaysa sizin sağlıklı olmanız çok sürmez. Bir salgın varsa toplumda siz bu salgından çok uzun zaman asude kalamazsınız. Hasta olduğunuzda da dünyanın sonu gelmiş gibi davranarak kendinize zarar vermekten uzak durmak gerek. Annesiniz ve çocuklarınız hastalanıyor. Buna çok üzülüyor ve kendinizi suçluyorsunuz. Yanlış. Çocuk hasta olur. Hasta olmadan çocuk büyümez. Hasta olmayan çocuk bağışıklık derecesini yükseltemez. Anne olarak başka annelerden bir eksikliğiniz olmadığına inanmalısınız.

Rızkınız varsa hayat devam eder

İşsiz kaldınız. İş yerinde işinize son verildi. Dünyada ilk değilsiniz. Sabırlı olun. Hayatta rızkınız varsa, hayatınız devam edecekse başka iş yerleri, size iş verecektir. Hayatı kavrama dereceniz ve olayları karşılama şekliniz sizin olgun insan mı, ham insan mı olduğunuzun göstergesidir. Kazanmak güzel bir şey. Ama hayta hep kazanılmıyor. Evre evre hayat yaşanırken imkansızlıklar, olanaklar, güç ve takat, mecal işe girer. Çoğu şeyi bilir insan ama yapamaz. Yapmak için nasıl yapıldığını bilmek yetmez. Yapabilecek güç, takat, mecal de gerek. Bu yüzden gençler bilsem, yaşlılar yapabilsem dermiş diye bir darb ı mesel vardır. Yetişkin insan kazanma çağındadır. Bebeklikten, çocukluktan, ilk ergenlikten geçip genç olmuşsa kişi, yetişkinliğin ilk aşamasına ulaşmış demektir. Çoğu genç bu gençlik yıllarını da heba eder.

Mevsimler gelip geçer

Yetişkinlik, olgunluk, orta yaşlılık, derken mevsimler gelip geçer ve yine de servet, kazanım, birikim gelmemiş olabilir. Hayatı zorlaştıran kendi şartları yanında kişinin algılama bozukluğu da tuz-biber olur. Heba edilen yıllara esef etse de bu esef bir kazanım sebebi olamaz. Daha çok üzüntü kaynağı olur. Hayatı kavramak için insanın algılama yeteneğinin gelişmiş olması gerekir. Tehlike hep vardır hayatta. İnsan o tehlikeyi sezer ve gereken tedbiri alır. Ya hiç o bölgelere yaklaşmaz, ya da teğet geçmeyi tercih eder. Ama teğet geçeyim derken çoğu defa o tehlikenin içine düşüverir. O zaman da bile sakin olmak gerek. Ah vah, ben ne ettim diye hayıflanmak işe yaramadığı gibi acıyı da artırır.

Hayatı kavramak insana kalmış

Hayat bir mucize. İnsana verilmiş kıymeti asla anlaşılamamış bir nimet. Onu yaşamak kaçınılmaz da, kavramak insana kalmış. Hayat yaşanması takdir edilmiş bir süreç. O süreç yaşanırken insan algı, davranış geliştirir. İşte o kazanılan algılama ve davranışlar bütünü insanı hayta ya mutlu eder, ya da mutsuz. Keşke eğitim kurumlarımızda algılama dersleri olsa, hayatı, hayatın içindeki süreçleri, yaşananları, yaşanması gerekenleri öğretebilen muallimlerimiz olsa. Keşke çocuklarımız, gençlerimiz okuldan mezun olduklarında hayatı olumlu algılayacak yeteneği kazanmış olsalar. Diploma, mezuniyet bugünkü kadar önemli olmasa. Orada kazanılan yeteneklerin nitelikleri önemli olsa. Keşke.