Ümmü Hiram, Hazrec Kabîlesinden, Neccâroğulları eşrafından Milhân bin Hâlid'in kızıdır. Ensârın büyüklerinden Enes bin Mâlik'in öz; Resûlullah efendimizin ise, süt teyzesidir.

Ümmü Hiram, Efendimizi taa çocukluk yıllarından tanır ve onun ''çok başka'' olduğunun farkındadır. Vakit saat gelip de Allah'ın Resulü tebliğe başlayınca, tereddütsüz iman eder ve müminlerin arasına katılır.

Ancak kocası, oğulları Kays ve Abdullah'ın babası Amr, bu kutlu çağrıyı dikkate almaz, putperestlikten caymaz. Ümmi Hiram yüzü suyu hürmetine kâinatın yaratıldığı servere uymayana hiç uymaz. Geçim gailesini göze alır ama bir inkârcı ile aynı yastığa baş koymaz.

Arabistan gibi yokluklar kıtlıklar yaşanan bir ülkede iki çocukla dul kalmak kolay değildir. Ama bu inançlı kadın dertlerinden tad alır, sadece iyi bir mü'min'e olmaya bakar. O, daha büyük sıkıntılara da hazırdır ancak ensarın büyüklerinden güler yüzü, tatlı dili, cömertliği ve zarafeti ile tanınan Ubâde bin Sâmit, kapısını çalar. Nikâhlarını bizzat âlemlerin Efendisi kıyar, haklarında hayır duada bulunurlar.

İşte o duanın bereketiyle evleri neşe dolar, her kula nasip olmayacak kadar saadetli günler yaşarlar. Ümmi Hiram'ın, Hazret-i Ubâde'den bir oglu olur, adini ''Muhammed'' koyarlar.

Hazret-i Ubâde ile Ümmü Hiram kutlu misafire hizmet için kendilerini paralar ve çok dua alırlar. Efendimiz bu çatı altında çok rahat eder, hatta bir keresinde kayluleye yatar ve gülerek uyanırlar.

Ümmü Hiram neden gülümsediklerini sorar. Server-i kâinat ''Yâ Ümmü Hiram! Ümmetimden bazılarının gemilere binip, uzak ülkelere doğru gazâya çıktıklarını gördüm'' buyururlar. Ümmü Hiram öyle çok etkilenir ki anlatılamaz, heyecandan titreyen bir sesle ''Yâ Resûlallah! Duâ et de ben de onlardan olayım'' diye yalvarmaya başlar. Allahin Habibi ellerini açar, ''Yâ Rabbî! Bunu da onlardan eyle'' diye duâ buyururlar.

Peygamber efendimiz yine dalar ve yine gülümseyerek uyanırlar. Ümmi Hiram yine merakla sorar. Efendimiz ''Bu defâ da ümmetimden bazılarını, meliklerin tahtlara kuruldukları gibi debdebeli bir kalabalıkla gazâya gittiklerini gördüm.'' buyururlar. Ümmü Hiram yine heyecanlanır ve ''Yâ Resûlallah! Duâ edin de ben de aralarında bulunayım'' deyince, Peygamberimiz; ''Sen öncekilerdensin'' buyururlar.

Efendimizin vefâtından sonra Ashab-ı kiram, Server-i kâinatın gezdiği sokakları, bastığı eşikleri görmeye dayanamazlar. İslamiyeti uzak beldelere, deniz aşırı ülkelere yaymak için yeryüzüne dağılırlar. Hazret-i Ubâde ve hanımı Şam'a doğru yola çıkar, yanık sevdalılara Efendimizi anlatır, bıkıp usanmadan talebe okuturlar.

Ümmü Hiram artık yaşlı bir kadındır, ancak, Şehidler Cennetteki nimetleri görünce derler ki:

''Keşke kardeşlerimiz de Allah'ın bize neler ikram ettiğini bilselerdi de, çarpışmaktan çekinip düşmandan yüz çevirmeselerdi'' hadis-i şerifinden çok etkilenir, kiyamet günü başlarina yakuttan vakar taçlari konan ve miski anber kokan zümreye ilhak olmayi yürekten arzular.

Hazret-i Osman zamân'in'da Şam Valisi Muâviye, Kibris Adasina bir sefer düzenler, mü'minler ilk defa deryaya açilirlar. Abdullah Ibn-i Kays komutasinda demir alan teknelerde Ebû Zer, Ebû'd Derdâ gibi sahabiler vardır. Ubâde bin Sâmit ve hanımı Ümmü Hiram gönüllüler arasında yerlerini alırlar.

Mısır'dan gelen mücahidler de onlara katılınca iyice güçlenir, Rumlara ''ya Müslüman olun, ya da cizye verin'' çağrısında bulunurlar. Rumlar anlaşmaya yanaşmazlar, ancak muharebe sertleşince donanmayı toplar İstanbul'a kaçarlar.

Mü'minler sahildeki direnişi kirinca iç kesimlere sokulurlar. Genç muharipler Ümmü Hiram'ın gayretinden duygulanır, nineleri yaşındaki mücahideden 86 yaşındadır, ibret alırlar. Larnaka civarlarında atı tökezleyince düşer ve oracıkta ruhunu teslim eder.

Gençler onun adına da savaşır ve zafere ulaşırlar.

Aradan uzuuun yıllar geçer. Osmanlılar Kıbrıs Adasını H. 978 fethedince Ümmü Hiram'ın kabri üzerine sevimli bir türbe, yanına bir dergâh ve câmi yaparlar. Bu türbe ziyaretgâh olur, Türkler onu ''Hala Sultan'' adıyla anarlar.