Son Peygamber’in, hicretin onuncu yılında yaptığı ve insanlığa önemli mesajlar verdiği Veda Haccı’na tanık olan sahabilerden biri de Cabir b. Abdullah’tı. Uhud Harbi’nde babası Abdullah’ı Allah yolunda şehit veren Cabir... Ömrünün ilerleyen yıllarında bir gün Hz.Hüseyin’in torunu ve Ca’fer-i Sadık’ın babası olan Muhammed b.Ali, bu seçkin sahabinin yanına geldi ve Allah Resulü’nün tek haccı olan Veda Haccı’nı ve hutbesini anlatmasını istedi. O esnada gözlerini kaybetmiş olan Cabir, Peygamber torununun bu isteği üzerine Nebi’nin (sav) Veda Haccı’ndan aklında kalanları tek tek anlattıktan sonra sözü Veda Hutbesi’ne getirdi; Resulullah (sav), Arafat’ta, güneş zevalden seyretmeye en tepe noktasından batıya kaymaya başlayınca, çadırından çıkıp devesine binerek on binlerce insana hitaben yaptığı o tarihi konuşmasına şu cümlelerle başlamıştı; “Ey insanlar! Bu Zilhicce ayınızda, bu Mekke şehrinizde bu Kurban Bayramı gününüz nasıl mukaddes ise, kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız şeref ve namusunuz da aynı şekilde mukaddestir.” Kutlu Nebi (sav), kutsiyetine inandığı gün, ay ve beldeye işaretle söze başlamış ve daha sözlerinin başında o coşkulu kalabalığa çok önemli bir ilkeye dikkat çekmek istemişti. Bundan böyle kimse, başkasının canına, malına ve kişilik haklarına saldırmasın, diyordu. Kişilik haklarına özellikle dikkat çekmiş; insanın şeref ve haysiyetini zedeleyecek davranışlardan kaçınılması gerektiğine vurgu yapmıştı. Zira onun tanımıyla iyi Müslüman, Müslüman kardeşinin canına ve malına olduğu gibi, “kişilik haklarına” da saygı gösteren ve onun şahsiyetini dokunulmaz gören kimsedir. Nitekim Peygamber Efendimiz bu durumu şöyle dile getirmişti; “Müslüman’ın Müslüman’a malı, ırzı ve kanı haramdır. Müslüman kardeşini küçük görmesi, kişiye kötülük olarak yeter.” Allah Resulü’nün Veda Hutbesi başta olmak üzere çeşitli hadislerinde “saygın bir değer” olarak zikrettiği “ırz”kavramı, “insanın kendisine ve sosyal çevresine yönelik övgü ve yergiye konu olan her türlü manevi şahsiyetini” ifade etmektedir.