Habil ile Kabil’i bilmeyen yoktur. Birisi yeryüzünün ilk şehidi birisi ise ilk katilidir. İşte bu sebeple Ortadoğu coğrafyası ilk kardeş kanının döküldüğü topraklardır. Rivayete göre Kabil’in kardeşini şehit ettiği yer Suriye’nin başkenti Şam’daki Kasion Dağı’dır. Kardeş kanının akıtıldığı ve karışıklıkların hep zirvede olduğu bu topraklar günümüze kadar acı, göz yaşı, işgal ve zulümlere sahne oldu.

Ortadoğu coğrafyasını bu kadar önemli kılan sadece kardeş kanının akıtılması değildir. Bölgenin tarihle yüklü hafızasından ziyade kültürel kesişme noktası olması, jeopolitik konumu ve “Bereketli Hilal” olarak adlandırılacak derecede tarıma elverişli toprakların bulunması ayrıca semavi dinlerin burada filizlenmesi ve petrol başta olmak üzere zengin yer altı kaynaklarına sahip olması, kara ve deniz ticareti bakımından stratejik geçiş yolları bölgenin önemini arttırmaktadır.

İslam’ın Kutlu Peygamberimizin tebliği ile bölgede yayılmasıyla coğrafya huzura kavuşsa da Hz.Muhammed’in ölümü ile tekrardan iç karışıklıklara sahne olmuştur. Hem de bu karışıklıklar maalesef Müslümanlar arasında patlak vermişti. Hz.Osman’ın şehit edilmesiyle başlayan bu süreçte Müslümanlar Sünni, Şii, Alevi, Harici ve Osmani gibi pek çok fırkaya ayrıldılar. Hz.Ali Döneminde yaşanan Cemel Vakası, Muaviye ile mücadeleleri, Hakem Olayı ve en sonunda kendisinin suikast sonucu şehit olması İslam dünyasındaki ayrılığı daha da genişletti. Daha sonra ise Kerbela’da Hz.Hüseyin’in şehit edilmesiyle İslam alemindeki ayrılıklar daha da genişledi ve tüm bu bağlamda Ortadoğu’da Müslümanlar arasındaki sorunlar günümüze kadar artarak geldi. Bölge Emeviler ve Abbasilerden sonra askeri güç ve idare yetkisi bakımından 11. yüzyılda Araplar’dan Türklere geçmeye başladı. Asya’dan gelen konar-göçer Türkler, Arapların Türkistan bölgesindeki fetihlerinden itibaren İslamiyet ile ilişkiliydiler. Bunun yanı sıra Türkler birçok Abbasi halifelerinin ordularında paralı askerlik de yapmışlardı. Amu Derya nehri sınır bölgelerinde kalan Türk boylarının çoğu Sünni İslam’ı kabul ettiklerinden itibaren merkezi İslam topraklarına dinin yıkıcıları olarak değil bilakis koruyucuları olarak girmişlerdir. Bunun en büyük örneği Selçuklu Devleti’dir. Abbasi halifesi 1055’de Selçuklu Sultanını Bağdat’a askeri ve idari yönetimi ele almasını için davet etti. Böylelikle Selçuklular, halifenin yöneticileri ve yüksek İslam geleneğinin savunucuları oldular. Bunun yanı sıra Anadolu’ya 1071’de girerek bölgenin Türkleşmesi ve İslamlaşması açısından büyük rol oynadılar. Ne yazık ki Selçuklular imparatorluk kurmadaki başarılarına rağmen bölgedeki kontrolleri git gide azaldı ve merkezi otoriteyi sürdüremediler.

Ancak Selçuklular İslam topraklarını Anadolu’ya yayarak bütün İslam devletlerinin en heybetlisi olan Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna zemin hazırlayacaktı. Ancak Selçuklu Devleti’nin yıkılmasıyla bölgede topraklar paylaşıldı ve birçok hanedan meydana geldi. İşte ilk defa 11. Ve 12.yüzyılda bu siyasal parçalanmışlıktan yararlanmak isteyen Haçlılar Ortadoğu dünyasına girerek Urfa, Antakya, Trablus ve Kudüs’te dört Latin krallık kurdular. Bölge 200 yıllık sıkıntılı bir sürece girdi. Haçlılardan sonra Moğol saldırıları ve Anadolu’nun geçirdiği sıkıntılı süreçler ve nihayetinde 1402 Ankara savaşıyla Timur’un istilaları Anadolu açısından hırpalanma dönemi olmuştur. Bu yüzden Anadolu ve Ortadoğu’da pek çok küçük beyliklere bölünerek istikrarını kaybetti.

Ancak Batı Anadolu’da Bizans sınırının ucunda bulunan Osmanlı Beyliği izlediği akıllı fetih siyasetiyle kısa sürece güçlenecek ve beylikten imparatorluğa dönüşecekti. Böylelikle Osmanlı İmparatorluğu İslam’ın sancaklığını yapan heybetli bir devlet konumuna yükseldi. Böylelikle Ortadoğu’da Osmanlı egemenliği oluşarak huzur ve istikrar sağlanmış oldu. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşe geçtiği dönemde Ortadoğu’daki huzur ve istikrar yerini sömürgecilerin olmayan insafına bıraktı.

Özellikle 19. Yüzyılda Batılı sömürgeci güçlerin egemenlik ve nüfuz mücadeleleri öne çıktı ve siyasi haritalarda değişiklikler meydana geldi. Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Devleti’nin yenilmesiyle Batılı güçlerin Ortadoğu üzerindeki planları giderek arttı. Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’dan çekilmesiyle savaş yıllarında imzalanan Sykes- Picot Antlaşması’na göre İngiltere ve Fransa Ortadoğu’ya yerleşmeye başladı.

Osmanlı Devleti’nin çöküşünden sonra Anadolu’yu işgale yönelenler devletlere karşı Mustafa Kemal Liderliğinde başlatılan Milli Kurtuluş savaşı 1923’te bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla neticelendi.

Her ne kadar o günün şartları neticesinde Anadolu’ya çekilmek mecburiyetinde kalsak da hiçbir bir zaman tarihi mirası reddetmedik ve bugün olduğu gibi Ortadoğu meselesinde devlet ve millet olarak hep merkezi rol oynadık.

Sonuç olarak şu unutulmamalıdır ki Orta Doğu hatta dünyanın yeni nizamı Türkiye Devleti ve Türk Milleti ile Türk Askeri olmadan oluşamaz. Çünkü Tarihe yön veren bir millet tarih dışı bırakılamaz.