Oruç Baba Türbesi, Ramazan ayının ilk gününde binlerce insanın akınına uğruyor.

Şehremini'ndeki türbede dilekte bulunmak, orucunu sirke ve ekmekle açmak isteyen genç ve yaşlı binlerce kişi, türbenin bulunduğu mahalli hınca hınç dolduruyor. Bu kalabalığın büyük bölümünü ise, kadınlar oluşturuyor. İftar yapıldıktan sonra da Oruç Baba'nın mezar taşına ellerini, cüzdanlarını,ve anahtar gibi çeşitli eşyayı sürerek, mezarın etrafı tavaf edilerek çeşitili dileklerde bulunuyorlar.

Başta Diyanet İşleri Başkanlığımız olmak üzere, Müftülüklerimiz ve vaazlarımız çeşitli uyarılarda bulunuyorlar. Bütün yyarılara rağmen,ilk iftarını Oruç Baba Türbesi'nde yapanlar, dileklerinin gerçekleşeceğine inanılıyorlar. O kadar ileri gidiliyor ki; ''Oruç Babadan ev istedim, bana verdi diyenler bile var.'' Bu gibi niyet ve inançlar insanı şirke kadar götürür.

Müslüman bir insan, Allah ile kendi arasına vasıta edinmemelidir. Her ne istekte bulunursa bulunsu o'nu Allah'tan istemelidir. Oruç baba, salih bir kul olabilir. Ancak, ''Oruç Baba, bir insana fayda veremediği gibi, zararda veremez.''Müslüman, ''Allah ile kendi arasına Oruç Babayı veya şekerci babayı veya başka babaları vasıta kılması ise, şirktir, küfürdür.''

Bu durum, Oruç Baba ile sınırlı değil, bütün türbeler ve yatırlar aynıdır. Memleketimizde Allah'ın salih kulları çok. Bizler onlardan kurur duyor, onların ruhlarına fatihalar gönderiyorz. Türbeleri, mezarları ziyaret etmek, sadece ahireti hatırlamak içindir. Bizlerde günümüz geldiğinde onlar gibi geçici hayattan ebedi olan ahirete göçeceğimizi hatırlamak içindir. ''Türbelere kurban kesmek, namaz kılmak, çaput bağlamak, mum yakmak ve dilekte bulunmak, eski cahiliye adetlerinden olup, Yüce dinimiz bu gibi adetleri reddetmiştir. Bunu yapanlar ise, küfre girmiş olur.''

İnsana en büyük ibret ölümdür.

'Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir.'' (Rahman, 26)

''Her can, ölümü tadacaktır." (Enbiyâ, 35)

Öyleyse herkesin kapısını bir gün mutlaka çalacak olan ölüm, idrâk sahibi bütün varlıkların çözmeye mecbûr bulunduğu dehşetli bir muammâdır. Peygamber Efendimiz de dünya hayatının müddet, kıymet ve büyüklüğü hakkında şöyle bir kıyasta bulunmuştur:

''İnsan, parmağını deryaya batırıp çıkardığında, onda ne kadar su kalmışsa, dünya hayatı da âhirete göre o kadardır.

Ölümler, sessiz ve kelimesiz derslerdir ki, duygulu, hassas insanlara en selâhiyetli ağızlardan daha mükemmel ibret, âkıbet ve hakîkati sergiler.

Her mezar taşı, ölüm dili ve sükûtu ile konuşan ateşli bir öğütçüdür. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:

''Size iki nasihatçi bıraktım. Biri susar, diğeri konuşur. Susan nasihatçi ölüm, konuşan ise, Kur'ân-ı Kerîm'dir.''

Dünya hayatı; ister sarayda, ister saman üzerinde yaşansın, bütün yolların ve kıvrımların mecbûrî çıkış noktası kabirdir.

Yalancı dünyâya konup göçenler,

Ne söylerler ne bir haber verirler!..

Üzerinde türlü otlar bitenler,

Ne söylerler ne bir haber verirler!

**

Kiminin başında biter ağaçlar,

Kiminin başında sararır otlar,

Kimi mâsum kimi güzel yiğitler

Ne söylerler ne bir haber verirler!

**

Toprağa gark olmuş nâzik tenleri,

Söylemeden kalmış tatlı dilleri,

Gelin duâdan unutman bunları,

Ne söylerler ne bir haber verirler!

**

Kimisi dördünde kimi beşinde,

Kimisinin tâcı yoktur başında,

Kimi altı kimi yedi yaşında,

Ne söylerler ne bir haber verirler!

**

Yûnus der ki gör takdîrin işleri,

Dökülmüştür kirpikleri kaşları,

Başları ucunda hece taşları,

Ne söylerler ne bir haber verirler!