KARABAŞ Velî hazretleri, 1611 yılında Arapkir'de doğmuştur. Asıl adı Alaeddin Ali'dir. Boyunun uzun olması dolayısıyla ''Ali Atvel'' Uzun Ali, Halvetî tacı olan kara sarık bağladığı için ''Karabaş'' ve manen makam sahibi olduğu için de ''Velî'' denilmiştir. İsminden çok ''Ali el-Atvel'' yahut ''Karabaş Velî'' olarak bilinmiştir.

İlk tahsilini Arapkir'de yapmıştır. Daha sonra İstanbul'a gelerek Fatih medreselerinden birinde ilim öğrenmiştir. Daha sonra tasavvufa ilgi duyarak, Kastamonu'ya gitmiş ve Şaban-i Velî hazretleri dergâhında post-nişin olan İsmail Çorumî hazretlerine intisap etmiştir. Bir ara mürşidi'nin de isteğiyle Çankırı'ya giderek, müridler arasındaki bazı tasavvufî meseleleri çözüme kavuşturur. İsmail Çorumî hazretleri'nin vefatından sonra onun yerine geçen Muslihiddin Mustafa Efendi hazretlerinde seyr'ü sülukunu tamamlar. Şeyhinin 1662 yılında vefat etmesi üzerine yıllarca Arap topraklarında dolaşır ve 1670 yılında tekrar İstanbul'a gelip Üsküdar'da Rumî Mehmet Paşa Camii'nde inzivaya çekilir.

Dört yıl süren bu dönemin ardından Atik Valide Sultan Camii'nin bitişigindeki dergâha tayin edilir ve kendisine yapilan vaizlik teklifini de kabul buyurur. Burada beş yıl irşad ile meşgul olur ve şöhreti yayılır. Zamanın padişahı Sultan 4. Mehmed dahi vaazlarını dinlemeye gelmektedir. Çekemeyen bazı kimseler onun hakkında ileri geri konuşarak söylemediği bir sözü ona atfederler. Bunun üzerine Karabaş Velî hazretleri aynı yıllarda başka tasavvuf büyüklerinin de sürgün edildiği Limni adasına gönderilir. Orada dört yıllık mecburi ikametten sonra tekrar İstanbul'a döner.

Cami kürsüsünde bir veli:

Karabaş Velî hazretleri, cuma günleri Atik Valide Sultan Camii'nde vaazlarına devam eder. ''Sefîne-i Evliya'' yazarı Hüseyin Vassaf'ın aktardığına göre, halk cuma günleri koşarak camiye gelir ve camiyi doldururlarmış. Hatta yer bulabilmek için kuşluk vaktinde gelirlerse yer bulabilirler. Namaza bir saat kala hiç yer kalmazmış. Karabaş Velî hazretleri'nin va'azları halk üzerine büyük tesir uyandırır ve herkes ağlarmış.

Sultan 4. Mehmed, Limni sürgünü sonrası İstanbul'a dönen Karbaş Velî hazretleri'nin vaazlarına yine devam eder. Sık sık Atik Valide Camii'ne selamlık yapmaya başlar. Anlatıldığına göre padişah vaaz esnasında hislenerek ağlar ve şöyle dermiş: ''Bu Şeyh efendinin vaazı bana öyle tesir ediyor ki, İbrahim Edhem gibi tacı tahtı terk ile dağlara düşeceğim geliyor.'' Kaynaklarda Karabaş Velî hazretlerinin tekrar sürgün gönderilmesine bu sözün sebep olduğu belirtilir.

Cuma günleri olunca, padişaha ''Selamlık nereye?'' diye sorulduğunda ''Üsküdar'da Valide-i Atik Camii şerifine...'' derlermiş. Bu arzunun sürekli tekrar etmesi, Sadrazam Kara Mustafa Paşa'nın dikkatini çeker ve padişahın dünya işlerinden el etek çekeceği korkusuna düşer. Karabaş Velî hazretlerini İstanbul'dan uzaklaştırma çaresini düşünür ve bulur. Padişahın haberi olmadan Karabaş Velî hazretlerine: ''Padişahımız sizi Hicaz'a gönderme arzusundalar, yol masrafını gönderdiler.'' diye teklifte bulunur. Gerçeği anlayan Karabaş Velî hazretleri, ''A cânım, bizden bu kadar niye korktunuz? Biz padişaha tacı tahtı terk ettirmeden marifet sırlarını telkin edebilirdik.'' der ve sonrasında Hicaz'a gitmek üzere yola koyulur.

İki sefer bir arada:

Hac sonrası Medine-i Münevvere'ye gelir ve burada Mustafa Efendi'ye halifelik verir. Bu zat Edirne'de medfundur.

Daha sonra Mısır kafilesiyle yola koyulurlar. Mısır'a üç konak mesafede kırk bin hacının dinlenmek için çadır kurduğu bir yerde, hava gayet açık olduğu halde bir sel geleceğini keşfedip durumu hacılara bildirir. Hacılar derhal oradan ayrılırlar ve hemen şiddetli bir yağmur başlar ve oraları sel basar. Hacılar Karabaş Velî hazretleri'nin bu kerameti sayesinde felaketten kurtulmuşlardır.

Birkaç gün sonra Karabaş Velî hazretleri hastalanır ve Nahil kalesi civarında, 3 Ocak 1686 günü vefat eder. Kale civarında Gaylan köyü hurmalığına komşu Şeyh el-Gazâli denilen bir zatın kabri yanına defnolunur.

Karabaş Velî hazretleri Hicaz'a giderken müritleri sorarlar: ''Efendim! Bizim tesellimizle kim meşgul olacak?'' Şöyle cevap verir: ''Benim tacımın altında kimi görürseniz Karabaş Velî odur.'' Nitekim yola çıkmadan sarığını Seyyid Muhammed Nasûhî hazretlerine verir. Hüseyin Vassaf, bu tacın geçtiğimiz asırda hâlâ muhafaza olunduğunu aktarıyor.